13 Ekim 2025 Pazartesi

Tezer Marmara yazdı | Erkek egemenliği ile 'müzakereci demokrasi' mümkün mü?

Cins çelişkisinin bu kadar derin ve kadınlar bakımından sonuçlarının yıkıcı olduğu, Kürt kadın hareketinin de uzunca bir süredir kadın katliamlarını "cins kırımı" olarak tanımladığı bu dönemde, erkek egemenliği ile temel mücadele yöntemi "müzakereci demokrasi" olabilir mi? Bu mümkün mü? Kesin ve net olarak bu sorunun yanıtı "hayır"dır!

Abdullah Öcalan, Ankara'ya yürüyen TJA'lılara gönderdiği mesajda, kadınlara da "müzakereci demokrasi" önerdi.

Sayın Öcalan'ın mesajının bir bölümü şöyle: "Müzakere her ilişkide gereklidir ve esas alınmalıdır. Erkek-kadın ilişkilerinde bu yöntem esas alınabilir. Geleneksel ilişkide erkek hükümdardır, kadın ise buyruk ve itaat altındadır. Bu buyurganlık kabul edilemez. Kadınlar bunu kabul etmediği için özgürlüğe yürüyorlar. Kadınlar için devletle, toplumla, aileyle, erkekle sorunlarını müzakereyle çözmelerini öneriyorum. Kimse birbirine otoriter ve buyurgan dil temelinde yaklaşmamalıdır. Eşitlikçi bir dil hepimize kazandıracaktır."

Öcalan'ın bu mesajı, kadınlara, "barış ve demokratik toplum süreci"ndeki öncü rolünü ya da bugünlerde çokça duyduğumuz "barışın toplumsallaşması"ndaki rolünü hatırlatmıyor. Bunun çok ötesinde kadın özgürlük mücadelesine başka bir mücadele ve gelecek perspektifi sunuyor: Erkek egemen iktidarla da "müzakereci demokrasi".

Bu öneri PKK kongresine gönderdiği perspektif metninde de genel haliyle vardı. "Kadınların evde hava alacakları yer bile yok" şeklinde kadınların yaşadıkları durumu, mitolojiden de örnekler vererek uzun uzun anlattıktan sonra, konuyu komüne bağladığı bölümde şöyle yazmıştı: "Aslında komün büyük bir toplumsallıktır, klandır, hatta aile bir komündür, ama çok zayıflatılmış içi boşaltılmıştır."

Manifestosunda sınıf çelişkisi başta olmak üzere tüm çelişkileri "uzlaşma" temelinde çözülecek meseleler haline indirgediği gibi, cins çelişkisini de aynı eksende ele alıyor. Özgür-eş yaşam ve aile çözümlemelerini de müzakere-uzlaşı stratejisinde güncelliyor. Özcesi Abdullah Öcalan kadınlara, "Dönem çatışma dönemi değil, erkeği dönüştürme ve bilinci dönüştürme dönemidir. Bunu da kapitalist sistem içinde inşa edeceğimiz komünlerde yapacağız. Dönüşümün yöntemi de müzakeredir, yani uzlaşmadır" diyor.

Cins çelişkisinin bu kadar derin ve kadınlar bakımından sonuçlarının yıkıcı olduğu, Kürt kadın hareketinin de uzunca bir süredir kadın katliamlarını "cins kırımı" olarak tanımladığı bu dönemde, erkek egemenliği ile temel mücadele yöntemi "müzakereci demokrasi" olabilir mi? Bu mümkün mü?

Kesin ve net olarak bu sorunun yanıtı "hayır"dır!

Öncelikle, erkek egemenliğinin, cinsiyetçiliğin ya da cinsiyete dayalı ayrımcılığın doğuşu, var oluşu, gelişimi, tarihselliği bakımından mümkün değildir. Her şeyden önce erkek egemenliği bir zihniyet sorunu değildir. Erkekler, her gün, en yakınlarındaki en az 4 kadını zihniyetleri "kötü" olduğu için katletmiyor. Pınar Gültekin'i katleden katil, kötü niyetli olduğu için O'nun bedenini bir bidona koyup yakarak ortadan kaldırmaya çalışmıyor. Erkek egemenliği kültürel bir mesele de değildir. Kadın katili tüm erkekler, bu dünyanın bir sistem olarak kendilerine ait olduğunu biliyor. Kapitalist sistemin mahkemesinin, polisinin, askerinin, okulunun, medyasının, diyanetinin, hükümetinin, erkek egemenliğinin kurumları olduğunu, işlediği cinayetin cezasız kalacağını görüyor. Bilmiyorsa da cezasızlık politikasıyla öğrenmesi hiç de zor olmuyor.

Kapitalist düzen ataerkildir. Bu, sermaye sınıfının niyetinden bağımsızdır, kapitalizmin doğasından ileri gelir. Ataerkil düzeni koruyup korumamak, kapitalistler için bir tercih değildir, doğaldır, zorunludur. Bu düzen içinde kadınlar, ancak mücadele ile erkek egemenliği ile savaşarak kendilerine yaşam alanı bulabilirler.

Sınıfsal sömürü ile cinsel sömürü aynı maddi temel olan özel mülkiyet zemininde var olur. Erkek egemenliği ile kapitalizm, tüm iktisadi, siyasi, ideolojik, toplumsal ve kurumsal yapısıyla kaynaşmıştır. Kapitalizmin tüm ekonomik, siyasi, askeri kurumları, aileden okula, fabrikadan medyaya, aynı zamanda erkek egemenliğinin de kurumlarıdır. Ancak bu birlik çelişkili birliktir. Çelişkinin kaynağında kapitalizmin temel çelişkisi olan üretimin toplumsal karakteri ile mülk edinmenin özel karakteri arasındaki uzlaşmaz çelişki durur. Üretimin toplumsallaşması kaçınılmaz olarak kadını, üretici, tüketici ve meta olarak toplumsal yaşama katarken, mülkiyetin özel karakteri onu kaçınılmaz olarak toplumsal yaşamın dışına, aile kurumuna, eve hapseder.

Faşist şeflik rejimi bu çelişkiyi kapitalizm lehine çözmek ve erkek egemenliğini politik islamcı temelde yeniden inşa etmek için "aile 10 yılı"nı ilan ederek kadınlara ve LGBTİ+'lara savaş ilan etti.

Erkek egemen faşist rejime karşı "müzakereci demokrasi" ile mücadele edilemeyeceğinin güncel nedenlerinden biri de artan, derinleşen cins çelişkisi ve iktidarların bundan kadın düşmanlığını büyüterek kurtulma arayışıdır.

Sadece Türkiye gibi politik islamcıların iktidarda olduğu ülkelerde değil, burjuva demokrasisinin olduğu Avrupa ülkelerinde de kadınların yüzyıllık kazanımları tehdit altında. Bunları detaylıca yazmaya gerek yok.

"Aile 10 yılı" ilanıyla birlikte, faşist şeflik rejimi, kadınlara karşı ilan edilen bu savaşın amiral gemisi konumunda. Aile yılı, kadınların evsel köleliğini derinleştirirken, kadının ücretsiz ev içi emeği üzerinden yeniden üretimi güvenceliyor, kapitalistin ihtiyaç duyduğu işgücünü yetiştiriyor, ordunun ihtiyaç duyduğu askeri büyütüyor, devletin en küçük birimi aileyi de güçlendiriyor. Özetle, bu, haklarından ve kazanımlarından koparılmış, erkek karşısında yalnızlaştırılmış kadını eve kapatma projesidir.

Hem cins çelişkisi hem de içinden geçtiğimiz yüzyılın karakteri nedeniyle erkek egemenliği ile müzakere mümkün değildir. Hayatın her alanında sert bir mücadele kaçınılmazdır. Cins çelişkisinin yumuşamak yerine sertleştiği bu dünyada, kadınların önünde erkek egemenliğine karşı savaşmaktan başka bir seçenek yoktur.

Sayın Öcalan'ın önerisi, kadınlara nasıl bir mücadele perspektifi sunuyor?

Örneğin iktidarın, şef tipi aile stratejik saldırısına karşı "müzakereci demokrasi" ne diyor? Nasıl bir mücadele önermiş oluyor? Esnek çalışma, komşu annelik, boşanmanın kısıtlanması, nafaka hakkının ortadan kaldırılması gibi politikalarla eve hapsedilmek istenen kadınlar ne yapacak? "Müzakereci demokrasi" ile bu politikaları boşa çıkartmak mümkün olacak mı? 

"Müzakereci demokrasi" yöntemi boşanmak isteyen ve bir kadın örgütünden destek isteyen kadına ne diyecek, müzakere etmeyi mi önerecek?

Geçerken, Rojava'dan bir örnek verelim. Devrimin ilk kurduğu kadın kurumlarının başında gelen Mala Jin'ler, boşanmak istedikleri için kendilerine başvuran kadınlara, dosyayı mahkemeye göndermeden önce 15 günlük süre tanıyordu. Bu sırada, Mala Jin yöneticileri hem kadınla hem de erkekle konuşup, tartışıyordu. Görüşmenin amacı, ilişkiyi yeniden rayına oturtmak, sorunların kaynağını bulmaktı. Başka ifadeyle ailenin dağılmasını engellemekti. Mala Jin yöneticileri, bunun gerekçesini savaş ortamlarının kadın ile erkek ilişkilerini bozduğu, normalde sorun olmayan meselelerin ilişkiyi bitiren sorunlar haline dönüştüğü, ayrıca inşa ve savaş sürecinin hengamesinde çocukların bakımı gibi toplumsal sorunların çözülemediği, toplumun gerici değer yargılarının devam ettiği şeklinde açıklıyordu. Mala Jin'ler, 15 günlük aşamada, boşanma kararından vazgeçmeyen kadını mahkemede savunmaktan kalacak yer sağlamaya kadar bir dizi ihtiyacını da elbette karşılıyordu. Bir nevi Öcalan'ın önerdiği "müzakereci demokrasi"yi Mala Jin'ler, uyguluyordu. Erken yaşta evlilik gibi kadın ve çocukları erkeğin cinsel şiddetinden korumak için birçok önlemin devreye sokulduğu Rojava'da boşanmalar karşısındaki bu tutum, gerekçesi nasıl olursa olsun tartışılmaya muhtaçtır ve sonuçlarının kadınlar bakımından nasıl olduğu gerçek bir analiz yapmayı hala gerektirmektedir.

Türkiye ve Bakurê Kürdistan'daki dinamikler ise elbette başka. Sadece Kürt kadın hareketinin değil, sosyalist, feminist, demokratik kadın hareketinin yarattığı değişim, birikimleri, deneyimleri birçok tartışma konusunu geride bıraktırdı. Örneğin, özyönetim direnişi günlerinde, kadın meclislerinin, zorla evlendirilen genç kadınları düğün anında kaçırdığı ve bu evliliğin önüne geçtiği örnekler var.

Abdullah Öcalan'ın kadınlara önerisi elbette kendi, teorik, ideolojik ve siyasal dönüşümünün de olağan bir parçası. "Manifestosu"nda şunları yazıyor örneğin: "Sınıf çatışmasına dayalı tarihsel materyalizm ve sosyalizm tanımı yerine, devlet ve komün ikilemine dayalı bir tarihsel materyalizm ve sosyalizm alternatifinin daha doğru olduğuna inanıyorum. Marksizm'i gözden geçirmeyi, bu kavramı yerine ikame etmeyi daha doğru buluyorum. Yani tarih bir sınıf savaşımı tarihi değil; bir devlet ve komün çatışmasından ibarettir."

Devleti "müzakereci demokrasi" ile dönüştürmek isteyen bir stratejinin, erkek egemenliğine karşı mücadeleyi de aynı zemine indirgemesi, eşyanın tabiatı gereği.

Elbette, Kürt kadın hareketi, "müzakereci demokrasi"yi yürütürken, çeşitli mücadele yöntemlerini devreye sokacaktır. Ancak stratejik olarak, müzakereci demokrasi, adı üzerinde kadınları sokak mücadelesinden masaya çağırmaktadır.

Eşbaşkanlık sisteminden, ayrı kadın örgütlerine kadar çok önemli bir birikim yaratan ve önemli ölçüler koyan Kürt kadın hareketinin, temel mücadeleyi "müzakereci demokrasi"ye dönüştürmesinin sonuçları neler olabilir? Bu kadar büyük bir emek ve bedelle yaratılan, sayın Öcalan'ın da katkısının olduğu bu tarihsel birikim, mevzi kayıplarıyla karşı karşıya değil mi?

Kadın örgütleri, ulusal sorunların burjuva çözümlerinde kurulan müzakere masalarının bileşenleri olabilirler. Geçmiş deneyimlerde kimi örnekler var. Ancak Öcalan, bunun ötesinde kadınlara mücadele yöntemi olarak başka bir stratejik öneride bulunuyor.

Yakın ve uzak tarihten çıkan sonuç, kadınların tüm haklarını mücadele ederek, savaşarak kazandığıdır. Oy hakkından kürtaj hakkına, eşit temsiliyetten eşbaşkanlığa her hakkı, erkek egemenliğine karşı sert bir mücadele ile kazandı. Ayrıca Kürt kadınlarının hem kolektif hem de kişisel tarihleri de bunun somut kanıtıdır.

Rojava devrimi yakın bir örnektir. Kürt kadın hareketinin, hayatın her alanında kendini silahlı ve silahsız olarak var etmesi, Rojava devrimine kadın karakterini verdi.

Kadın özgürlük mücadelesinin ana ekseni, devlet ve aile üzerinden kurulan erkek egemen sisteme karşıdır. Çünkü bu bir cinsin özgürlüğü mücadelesidir.

Kadınların gerçek özgürlüğü, ancak erkek egemenliğinin yıkılması ve kadın devrimi ile mümkün olacaktır. Devrim ise müzakerenin çeşitli biçimlerinden öte kadınların yaşamın her alanında ayrı bir siyasi ve politik askeri kuvvet olarak örgütlenmesini gerekli kılmaktadır.