27 Temmuz 2024 Cumartesi

Mustafa Öner yazdı | Kendi tutsağın olmamak için...

Düşünsel olarak özgürleşmede ısrarlı, iddiası hayalleri büyük, üretken ve mutlu devrimciler olarak kendilerini yetiştirme yolunda yürüyenlerin önünde üç değil iki yol var. Ya bizleri tutuk, atıl, verimsiz bırakan yanlarımızla barışık yaşamayı seçeceğiz. Ya da prangalarımızı parçalayıp atarak düşünsel ve pratik alanda üretken devrimciler olarak yaşayacağız.

İnsan bir an durup düşününce, "Bir devrimci kendi tutsağı olur mu?" diye sormadan edemiyor değil mi? Genel olarak devrimci yaşamda, somut olarak ise devrimcilerin mücadeleyle ilişkilenmelerinde edinilen tecrübelerden çıkarılan dersler, "Evet, olur" diye yanıtlıyor soruyu.

Bu da peşi sıra "Peki nasıl olur?" diye ikinci soruyu akla getirir. O vakit bu soruların yanıtlarını bulmaya çalışalım mı?

Evet, tutsak düşmenin, olmanın birden fazla biçimi vardır. Tutsak, esir düşmüş denince ilk akla gelen haklı, haksız savaşlar olur. Bir de hapishanelerdeki devrimci tutsaklar... Haklı savaşlarda, çarpışmalarda ve devrimci mücadele içerisinde hasımı tarafından tutsak, esir alınanlar iddialarını savundukları sürece fiziken tutsaktırlar. Düşünceleri, hayalleri, umutları ise özgürdür. İradeleri esir, tutsak alınamamıştır.

Bu iki tür tutsaklık halleri aleni-dıştan görünür olduğundan tanımı kolay olur. Asıl zor, karmaşık olan bir başka tutsak olma hali vardır ki dıştan bakınca fark edilmesi, anlaşılması kolay değildir. İşte "Nasıl olur?" sorusunun cevabı da bu tutsaklık biçiminin içindedir. Bu tutsaklık biçimi bir devrimcinin kendi tutsağı olma halidir. Kendi tutsağın olmak gelişmenin, yenilenmenin, duygu ve düşünce bazında özgürleşerek özneleşmenin önüne sınır çeken ögelerden kurtulamamak demektir.

Sınır görevi gören setler devrimci iradeyle ve ideolojik mücadeleyle aşılamadığı sürece kendi tutsağımız kalmaya devam ediyoruz demektir. Hiçbir devrimci, marksist leninist özne kendi tutsağı olmayı kabullenemeyeceği için zihinsel olarak kendini tutsak alan etkenleri tespit etmesi zor olmayacaktır. İstenildikten sonra bir devrimci kendi gelişimini, devrimci -teorik, ideolojik, pratik alanda- üretkenliğini sınırlayan, engelleri tek tek açığa çıkartır. Tanımını da yapar.

Örneğin kimi alışkanlıklarımız, katılaşmış statükolarımız mı? Marksist leninist teoriye, devrimcilerin en güçlü gıdası olan bilimsel sosyalist ideolojiye ilgi zayıflığı mı, ya da bunların önemini bilince çıkartıp içselleştirmede yüzeysellikler mi? Şu veya bu nedenle kaygılar, korkular mı, yoksa rahata düşkünlük halleri mi, zihinsel ve pratik tembellikler mi? Küçükburjuva, burjuva kültürün, yaşamın, duygu ve düşüncelerin üzerindeki etkileri mi? Yoksa burjuva yoz bireyci eğitim sisteminin kalıntıları mı? Okuma, araştırma, yazma, tartışma yöntemimizin diyalektik ve tarihsel materyalist olmayışı mı; ezberci, kendi düşüncelerimize de eleştirel, sorgulayıcı bakmada dogmatizmin etkileri mi? Ya da daha başka şeyler mi?

Bunların her biri kendi tutsağımız olma hakkında bizlere fikir verecektir. Sayılan bu kelepçeler her devrimcide olur diye bir mutlaklık yok. Her birimizde farklı farklı olabileceği gibi sayısal olarak da aynı olmaz. Bunlarla ilgili egolarımızdan ve tutucu davranışlardan uzak durduğumuz sürece kendimizle ilgili net sonuçlar çıkartabiliriz. İşte o zaman tutsak alan zincir(ler)in hangileri olduğunu rahatlıkla saptayabiliriz. Bu belirleme(ler)den sonra bizler istersek, kararlıysak, zincirleri birer birer kırmak hiç de zor olmayacaktır. Bu mücadelede yenme mi yenik düşme mi muharebesidir. Alt etmenin, galip gelmenin karşılığı prangalarımızı kırıp zihinsel, tarihsel, ideolojik özgürlüğümüzü kazanmaktır. Yenik düşmenin karşılığı ise; isteyerek ya da istemeyerek, bilerek ya da bilmeyerek kendi tutsağımız olma halimizle barışık olmak, rahatsızlık duymamaktır.

Duyguları, düşünceleri, zihinsel üretkenliği, dolayısıyla pratik verimliliği de sınırlayan etkenlerle bir devrimci bilerek isteyerek barışık yaşamaz. Aksine rahatsız olur. Kendine sorun eder. Çünkü bilinir ki, tutsak olmaya neden olan bu zincirlerin her birisi bir devrimcinin geleceği bakımından tehlikelidir. Bunu görmek, anlamak, bilince çıkartarak, düşünsel bir silkelenişle karar vermek tutsaklık zincirlerini kırmanın başlangıcıdır.

Duygusal, düşünsel, zihinsel her silkiniş, yenilenmenin ve özneleşmenin başlangıcı sayılır. Zorlanıldığı her durumda devamı yoldaşlarının ve partisinin de yardımcı olmasıyla gelecektir. Çünkü eşik artık aşılmıştır. Tutuk, geri bırakan, yenilenmeyi, gelişmeyi, birikimlere yenilerini ekleyecek yeni bilgileri çevreleyip esir alan prangalar bu aşamadan sonra direnç gösteremeyeceklerdir. Birer birer devrimci iradenin ve ideolojik mücadelenin karşısında daha fazla tutunamayarak parçalanacaklardır.

İddianın, ideolojinin, isteğin ve devrimci iradenin soyut, kuru, iman kuvvetiyle beslenen kavramlar olmadığını biliyoruz. Bunları besleyen, güçlendiren, devrimci kuvvete dönüştüren hep söylenegeldiği gibi teorik, ideolojik, politik, örgütsel ve kültürel gıdalardır. Dolayısıyla kendi tutsağımız olmaya yol açan yanlarımıza karşı ideolojik mücadele yürütmede elimizde en etkili silahımız olma işlevine sahiptirler. Çünkü iradi ve ideolojik olarak ne kadar güçlü olup olmadığımız da üstte saydığımız dört kavramla kuracağımız ilişkinin biçimi ve derecesi belirleyici olacaktır.

Bu bağlamda, tutsak yanları olduğunu düşünen her yoldaş önce kendine karşı ne kadar açık olduğunu sormalıdır. Madem ki bir devrimci özne "Partiliyim, partimle yaşamaya kararlıyım" diyor; o zaman ne kadar partili yaşayıp yaşamadığını, davranıp davranmadığını ve ne kadar partisine bağlı olduğunu kendine sorun etmelidir.

Bu iki konuyla ilgili Engels'in düşüncesini Eleanor Marx şöyle aktarır: "Engels iki şeyi affetmez. 1) Sahteliği, kendine karşı dürüst olmamayı, 2) Partili olup da partiye bağlı olmamayı." Bu sözler çok açık ve düşündürücüdür. Aynı zamanda devrimcilerin ve komünistlerin kendileriyle yüzleşmede uzlaşmaz, ikirciksiz, özgüvenli ve cesaretli olmaları gerektiğini hatırlatıyor.

Bunlar devrimciler için yabancı, bilinmeyen şeyler değil. Günlük yaşam ve mücadele içerisinde bir şekilde karşılaşılan şeyler. Bir devrimci özne 'ben'inden ne kadar kurtulmuşsa bir o kadar kendisiyle barışıktır. Dolayısıyla başta kendine karşı samimi içten olmayı, gerçekler neyse onlardan kaçmamayı önemser, erdem sayar.

Partisine karşı, partisiyle ilişkilerinde de öyle... Madem bu mücadeleyi partimin saflarında yürütmeyi seçtim, o zaman bir leninist kadro, etkin bir özne gibi davranmam gerekir. Bilincinin ve parti aidiyeti duygusunun merkezinde bu anlayış olanlar, kişisel çıkar, heves, aşk, sevgi, aile gibi hiçbir şeyi partisinin, mücadelesinin önüne çıkartamaz. Tercih yapmak söz konusu olduğunda ise tereddütsüz bireylerin çıkarı yönünde değil, partisinin ve mücadelenin çıkarları yönünde karar verir. Bu kararlıkla, bu bilinç açıklığıyla davranan devrimciler, kendi tutsakları olmazlar.

Farkında olmadan ya da bilinç ve tecrübe eksikliğinden dolayı şöyle düşündüğümüz, düşünenlerimiz olabilir 'nereden çıktı bu, bende böyle şeyler yok' vb. refleksleri gösterilebilir. Devrimci gelişimimizi, zihinsel özgünlüğümüzü ve özneleşmemizi doğrudan etkileyen önemli konularda peşin hükümlü olmamakta yarar var. Kestirip atmak yerine kendimizi teste tabi tutmak doğru olan yöntemdir. Ayrıca her devrimcinin bildiği bir gerçek var. Bugün bizleri tutsak alan etkenlerin olmaması yarında olmayacağı anlamına gelmez. Bu nedenle yöntemi diyalektik olan devrimciler kendi gelişmelerine, değişimlerine daima eleştirel, sorgulayıcı yaklaşırlar. Bu marksist leninist yöntemi içselleştirenler kendilerini tutuk, edilgen bırakan teorik, ideolojik üretkenliği sınırlayan zincirlerin oluşmasını engelleyebilir.

Zihinsel üretim ve fikir oluşturma etkinliğini sınırlayan etkenler arasında sosyal medya, neredeyse 24 saat gözümüzü ayırmadığımız telefonlar ya da burjuva görsel ve yazınsal medya da bulunuyor.

Çürümüş burjuva düzen sahipleri ve devlet aygıtı söz konusu araçları oldukça etkili kullanmaktadır. İşçi sınıfı ve ezilenler, kadınlar, gençler, devrimci demokratik ve sosyalist kesimler bu aygıtların ve ideo-kültürel savaşın hedefindedir. Bu aygıtlar aracılığıyla algıları yöneterek zihinleri esir almak en önemli hayalleridir.

Bunların bilincinde olan devrimciler-komünistler, ideolojik mücadeleyi adı geçen araçları da kapsayacak şekilde genişletmelidir.

Bu mücadele yenme-yenilme muharebesi kadar devrimciler için hayatidir. Devrimciler mücadelenin her alanında çeşitli bedeller ödeme pahasına faşist düzene, iktidarına karşı özgürleşme ve özneleşme mücadelesi yürütmektedir. Düzenle bağlarımızı kopartmak, kendimizi tutsak alan prangaları kırmak mücadelesinde daha fazla kararlılık, irade göstermek gerekir.

Düşünsel olarak özgürleşmede ısrarlı, iddiası hayalleri büyük, üretken ve mutlu devrimciler olarak kendilerini yetiştirme yolunda yürüyenlerin önünde üç değil iki yol var. Ya bizleri tutuk, atıl, verimsiz bırakan yanlarımızla barışık yaşamayı seçeceğiz. Ya da prangalarımızı parçalayıp atarak, düşünsel ve pratik alanda üretken devrimciler olarak yaşayacağız.

Sevgili Kutsiye yoldaşın "Kelepçelerim bırakmıyor ki zeybek oynayayım" sözünü bir metafor olarak alırsak, duygu ve düşünce dünyamıza vardığımız kelepçeleri tek tek kırdıkça devrimci üretkenliğin artırılmasının yanı sıra zeybek oynamamızın önünde bir engel de kalmayacaktır.