Metin Botan yazdı | Emperyalist kapitalist sistemin Ortadoğu stratejisi ve Kürtlere yansımaları
Suriye'de Kürtlere entegrasyon adı altında dayatılan Kürtlerin şimdiye kadar elde ettiği siyasal, toplumsal ve askeri örgütlülüklerinin tasfiyesidir. Kürtler askeri, siyasi, toplumsal örgütlülük ve güçleriyle önemli bir güç ve irade sahibidir. Sürecin bugününe ve yarınına etki etmek isteyen bütün güçlerin iradesi çarpışmaktadır. Kürtler de kendi çıkarları doğrultusunda kazanımlarını koruyarak ve daha ileri taşımanın olanaklarını yaratarak ilişki geliştirmek zorundadır.
Başını ABD'nin çektiği emperyalist ve bölgesel devletlerin değişen ve değiştirilmek istenen güç ilişkileri ekseninde dünyanın her yerinde olduğu gibi Ortadoğu'da da pazar savaşı yürütüyorlar. Kürtler Ortadoğu'daki bu paylaşım savaşının tam orta yerinde duruyor. Ortadoğu'nun dünya ölçeğinde emperyalistler ve hem bölgesel hem de dünya genelinde pazardan pay oranını artırmak isteyen bütün güçleri stratejik konumundan, ekonomik kaynaklarından dolayı siyasetin de belirleyeni yerinde durmasına neden oluyor. Bu durum Kürtleri de ister istemez siyasetin merkezine çekiyor. Kürtlerin her parçada farklı düzey ve içerikte olsa da siyasi ve askeri örgütlü ve politik bir güç olmaları dolayısıyla hesaba katılması gereken bir olgu olmalarını da koşulluyor.
ABD emperyalizmi Ortadoğu'da ne yapmak istiyor, bunun bölge devletlerine etkisi ne olacak, müttefiki ve karşı pozisyonda olan emperyalist devletlerle ne tür sorunlar yaşayabilir ve tabi ki Kürtlerin payına ne düşecek; sorularını irdelemeye çalışalım.
Emperyalist ABD Trump ile birlikte çok daha saldırgan bir pozisyona geçti. Ekonomik, askeri ve buna dayalı siyasi gücünü ister müttefiki olsun ister olmasın buna denk gelecek şekilde kullanıyor ve dayatıyor. Kapitalizmin yasalarını en yalın bir biçimde uyguluyor. Tıpkı Hitler Almanyası'nın sermaye birikiminin, sanayisinin, askeri kapasitesinin gelişim düzeyi ve ihtiyacı doğrultusunda kapitalizmin yasaları gereği ona dünyayı yeniden paylaşma isteğini dayatması gibi. Bu anlamıyla savaş kapitalizme içkin bir olgudur, onu var eden en temel yasalardan birisidir. Savaşsız kapitalizm, kapitalizmsiz savaş düşünülmez. İkisi de birbirini üreten ve tamamlayandır.
Trump, emperyalist ABD'nin, onun tekelci sermayesinin ve devletinin çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. Trump, emperyalist kapitalist sistemin emperyalist küreselleşme dönemindeki suretinden başka bir şey değildir. Dünyada irili ufaklı yürütülen bütün savaşlar emperyalist kapitalist sistemin çıkarlarının ya tam ortasındadır ya da dolaylı bir uzantısıdır. Emperyalist küreselleşmenin geldiği düzeyi göz önüne aldığımızda etki etmediği hiçbir savaş düşünülemez. Ortadoğu ve Kürtler tam da bu gerçekliğin orta yerindedir. Emperyalist kapitalist sitemin geldiği bu düzey ve dünya ölçeğinde kuruduğu egemenlik ve paylaşım ilişkisi hesaba katılmadan ister bütün ezilenlerin mücadelesini ister emperyalist kapitalist sistemdeki iç çelişkileri ve bütün bunlarla bağıntısını ve ortaya çıkartacak sorunları anlayamayız.
Ortadoğu ve Kürtlere dönecek olursak. Ortadoğu'nun yeniden paylaşılması ve pazarlanmasının güç merkezinde emperyalist ABD durmaktadır. Birinci olgu budur. Ortadoğu'daki devletleri, bunların hem ABD hem de kendi arasındaki ilişkileri, farklı kulvarda olsa bile direniş örgütlerini ve Kürtleri bu gerçeklik içerisinde ele almak gerekir. İngiltere, Fransa, Rusya, Çin, Almanya, İran, Suudi Arabistan, İsrail, Türkiye, Mısır vd. farklı biçim, içerik ve düzeyde etki eden, etmeye çalışan kategoride ele almak gerekir. Bu yapılmadığında bunların her birine onların oynayabilecekleri rolden fazlası ya da azı yüklenmiş olur. Bunlara verilecek yanıt, anlaşmaları, ittifakları, bunların kalıcı olup olmayacağının, ne kadar yürüneceğinin, hangi koşullarda bunlara bağlı kalınacağının ve bütün bunlardan en devrimci tarzda nasıl yararlanılacağının yolunu gösterir bizlere.
Gelinen somut duruma bakalım. Emperyalist ABD 2020 yılında İbrahim Anlaşması bağlamında önde gelen Arap devletlerini İsrail'in tarafına çekti. İbrahim Anlaşması bu anlamıyla İsrail üzerinden Ortadoğu'yu dizayn etmenin bir aracı olarak kullanılmaya başlandı ve bu devam ediyor. İsrail, ABD'nin Ortadoğu'daki koç başıdır. Bu koçbaşıyla uyumlu olmayan güçler ABD'nin hedef tahtasına konulur. ABD'nin ekonomik, askeri ve siyasi gücü devreye girer. Bunun dışında kalanlar, örneğin Hamas, Hizbullah, İran, Yemen, Haşdi Şabi, dünün Suriyesi vd. operasyona uğrar ve savaş dayatılır. Bütün taraflar olanakları, kararlılıkları, iradeleri, ilkeleri doğrultusunda pozisyon alır. Tercihini yapar. ABD başarılı olur mu olmaz mı bu ayrı. Ama somut olan bu. ABD dünyaya ve Ortadoğu'ya hiç tereddütsüz hangi tarafta olursa olsun kendi çıkarlarını dayatıyor, meydan okuyor. İngiltere, Almanya, Fransa devlet başkanlarını karşısına oturtması bundandır. Gerçek efendinin kim olduğunu herkese gösteriyor ve hatırlatıyor emperyalist ABD ve onun tekelci sermayesi.
ABD, Suriye'de amacına şimdilik ulaşmış gözüküyor. Rusya'nın etkisini olabilecek en geri sınırlarına itti. İran'ı etkisizleştirdi. İsrail için tehdit olabilecek güçlerin (Filistin direniş hareketleri) savaş kapasitesini sınırladı, zayıflattı. Suriye şimdilik yönetim düzeyinde İsrail için tehdit olmaktan çıktı. Ama, HTŞ içindeki DAİŞ ve ona yakın selefi cihadist örgütlerin varlığı bu tehdidi "şimdilik" yapmaktadır. ABD ve İsrail, HTŞ ve onun halklar düşmanı kadın düşmanı politik islamcı şefi Golani'nin kendilerine biat etmesine rağmen tedbiri elden bırakmıyorlar. Golani ve çetesinin alacağı kararlar, meşruiyetini aldığı emperyalist ABD tarafından belirlenen sınırların dışına çıkmayacaktır. İktidarda kalmak ve aldığı meşruiyetin hakkını vermek ve DAİŞ'e karşı koalisyonda yer almak için söz üstüne söz vermesi bundandır. İsrail'in bütün saldırılarına ve yeni işgallerine rağmen ABD'nin stratejik planlarından birisi olan İbrahim Anlaşmasına bağlanacak ve biat edecektir.
Siz bakmayın Trump'ın faşist şef Erdoğan'ı övmesine. ABD'nin Suriye ve Ortadoğu planlarına biat edenlerin en önünde gelen odur. İktidara geldiği ilk yıllarda BOP'nin "eşbaşkanı" olduğunu meydanlarda övünerek ilan eden kendisidir. Bu gerçeklik değişmemiştir. İsrail'in Gazze'de insanlık tarihindeki en büyük soykırımlardan birisini yapmasına rağmen İsrail'in askeri sanayisinin önemli hammadde ihtiyacını, ordusunun temel gereksinmelerini ve her türlü ticareti yürütmüştür AKP-MHP koalisyonu, faşist şef Erdoğan ve Bahçeli ikilisi, Türk devleti. Türk devleti de bütün Kürt düşmanlığına rağmen son tahlilde ABD'nin çıkarları doğrultusunda hareket etmek zorundadır. ABD'nin Kürtlerle ne yapmak isteyeceğine bağlı olarak Türk devleti de Kürtlere bu oranda tehdit oluşturacaktır.
Ortadoğu ve Suriye'de müttefik olan emperyalist ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya var; bunların işbirlikçileri ve etki düzeyi yüksek devletler var. Diğer yandan karşı bloklaşma içerisinde olan Çin, Rusya, İran ve yine bunların etkilediği ve ilişki içerisinde oldukları devlet ve gruplar var. Ortadoğu'nun her bir parçası bu devlet ve bloklar tarafından siyasi, ekonomik, ticari, ulaşım vb. paylaşım savaşına tutulmuş durumda. İlişkiler, sınırlar, ortaklıklar, anlaşmalar vb. hepsi yeniden yeni güç dengesine göre şekillendirilmek isteniyor. Kürt halkı da tam da bu çelişkilerin ve savaşların içerisinde elde ettiği kazanımları korumak, özgürlük alanlarını genişletmek, bu güç ilişkilerini hesaba katarak pozisyon almak, buna denk ve uyumlu diplomasi geliştirmek istiyor ve buna uygun da davranmaya çalışıyor.
KÜRTLERİ BEKLEYEN RİSKLER
Emperyalist ABD, Ortadoğu'yu kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmeye çalışırken küçük büyük diğer bütün faktörlerde iradesinin olmadığı, süreci etkilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Kastedilen ABD'nin belirleyici bir yerde durduğudur. Onun belirleyiciliğini de etkileyen, zayıflatan, hızlandıran faktörlerinde olduğudur. İşte Hamas, Hizbullah, direniş, ABD'nin hızını zayıflatan, istediklerini istediği biçim ve düzeyde yapmasını engelleyen en yalın örneklerdir; diğer taraftan ise, İsrail, Mısır ve Türkiye kolaylaştırıcı bir yerde durmaktadır.
Kürt halkının özellikle Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye'de elde ettiği siyasi, ekonomik, askeri kazanımlar bölgeye etki etmek isteyen diğer unsurların başta da Türkiye olmak üzere istek ve çıkarlarıyla çelişmektedir. Bu çelişkiyi Kürtler aleyhine besleyen yer ise HTŞ ve Golani'nin yönetimindeki Şam'dır.
ABD için ise, Ortadoğu'dan Körfez'e ve oradan Çin'e kadar uzanacak çıkarlarının önündeki en büyük engellerden olan Rusya ve İran'ın Suriye'de etkisizleştirilmesinde rol verdiği ve bir aparat olarak kullandığı HTŞ ve Golani'ye biçtiği roldür. Dünü-bugünü vb. bunların bir kıymeti harbiyesi yoktur. Bir görev verilmiştir ve Golani bu görevi yerine getirmektedir. Bu anlamıyla Suriye'de ve bölgede Golani'nin hem ABD hem de kendi çıkarları doğrultusunda eli güçlenmiştir. Bu da Kürtlere karşı daha uzlaşmaz bir politika izleyeceği anlamına gelir. Kürtlere karşı bu uzlaşmazlık Türk devletinin çıkarlarıyla da örtüşmektedir. ABD bütün bunları hesaba katacaktır. ABD bundan dolayıdır ki Kürtlerle siyasal bir ittifak kurmamaktadır, Kürtlerin siyasal varlığını tanımamaktadır. Kürtleri hala DAİŞ'e karşı savaşta bir askeri güç olarak görmekte, bunun ötesinde bir rol biçmemektedir.
Kürtler bölgesel ve uluslararası güç ilişkilerinde tabii ki öncelikli olarak kendi güçlerine güvenmek zorundadır. Aynı zamanda bölge halklarıyla, ezilen bütün toplumsal kesimlerle birlik ve dayanışma içerisinde olmalıdır. Suriye'de Kürtlere entegrasyon adı altında dayatılan Kürtlerin şimdiye kadar elde ettiği siyasal, toplumsal ve askeri örgütlülüklerinin tasfiyesidir. Kürtler askeri, siyasi, toplumsal örgütlülük ve güçleriyle önemli bir güç ve irade sahibidir. Sürecin bugününe ve yarınına etki etmek isteyen bütün güçlerin iradesi çarpışmaktadır. Kürtler de kendi çıkarları doğrultusunda kazanımlarını koruyarak ve daha ileri taşımanın olanaklarını yaratarak ilişki geliştirmek zorundadır.
Şunu söylersek yanlış olmaz. Bu son çarpışma değildir. HTŞ ve Golani'nin ne Suriye halklarına ne bölge halklarına; işçilere, emekçilere, kadınlara, farklı inançlara ve kültürlere sunabileceği, yapabileceği hiçbir şey yoktur ve olmayacaktır. HTŞ ve Golani Arap milliyetçisi, ırkçı, mezhepçi, kadın ve halklar düşmanı, kapitalist sistemin ve emperyalizmin bir aparatından öte bir şey değildir.
Gün mevzileri, örgütlülüğü, savunmayı, elde edilen kazanımları koruma günüdür. HTŞ ve Golani'nin Suriye'nin geleceğinde yeri yoktur ve olmayacaktır. Toplumsal, inançsal, kültürel, ekonomik, siyasi ve askeri sorunlar HTŞ ve Golani tarafından çözülemeyecek, katmerlenerek artacaktır. Halklar, inançlar, kadınlar ve bütün ezilenler yararına bir çözümü dayatacaktır. Buna inanmak, buna güvenmek ve bu temelde gelecekte yaşanması kaçınılmaz olan savaşlara hazırlanmak dönemin en temel görevidir.