21 Kasım 2025 Cuma

İşçi cinayetleri rejimi ve mücadele

Kapitalistlerin işçi kırımına karşı Tuzla havza grevinin fiili meşru mücadele çizgisi kuşanılmadan, Soma katliamına karşı siyasal öfkeyi örgütleyen büyük toplumsal hareket açığa çıkarılmadan kronikleşen işçi katliamlarına set çekilemeyeceği görülmelidir. Bugün bu görev tüm emekçi sol hareketin ve örgütlü işçi bölüklerinin, kapitalistlerle işbirliği içinde olmayan tüm işçi sınıfı sendikalarının omuzlarındadır. Her işçi ölümü bir kavga ve savaş çağrısı olmalıdır artık.

Kocaeli Dilovası'nda 7 işçinin sermayenin ve devletin taammüden eylemiyle katledilmesinin üzerinden bir hafta geçmişken, saray iktidarının faşist şefi Hak-İş konfederasyonunun 50. kuruluş yıldönümü etkinliğinde konuştu. Bütün bu örgütlü işçi katliamlarının, bu can pazarının baş sorumlusu değilmiş gibi konuşan saray rejiminin şefi, en ufak bir hicap ve sorumluluk duymadan durumu olağanlaştırdı. Tam bir işçi sınıfı düşmanı tavrı sergiledi, faşist demagojinin en berbat söylemlerine sarıldı. İşçilerin can emniyetinden, işçi sağlığı ve iş güvenliğinden dem vurdu. İşçi katliamlarının iktidar sorumlusu, "Geçen sene Beşiktaş Gayrettepe'de 29 işçi kardeşimizin, Kocaeli'nde yedi insanın facialarının tekerrür etmemesi için" devlete, patronlara ve sendikalara kendince görevler biçti.

Muktedir suçlu Recep Tayyip Erdoğan aynı programda işbirlikçi Hak-İş konfederasyonuna yaslanarak işçi sınıfının diğer bölüklerine saldırmaktan ve politik saflaştırma yapmaktan da geri durmadı. Faşist şef, "Son tahlilde işverenin varlığı da bu işi yapacak insan unsuruyla kaimdir. Biz bunları birbirine hasım gören, kökü dışarıda olan ideolojik yaklaşımları reddediyoruz. İşçi ile işvereni düşmanlaştıran anlayışın emek mücadelesine katkıdan ziyade zarar verdiğini görüyoruz" dedi. Erdoğan "soğuk savaş ürünü ideolojik sendika ve anlayışlar tarifi yaparak" işçi sınıfının mücadeleci, sol ve muhalif sendikalarını hedef aldı.

Bir kez daha işçi sınıfına ve ezilenlere düşmanlığını ilan eden faşist şefin bu söylemlerine şaşırmıyoruz elbet. Sarayın efendisi sınıf düşmanı Erdoğan'ın işçi cinayetlerini sıradanlaştıran ve olağanlaştıran yaklaşımını iki bakımdan önemsemek gerekiyor. Birincisi bu yaklaşımla işçi cinayetleri rejiminin sürdürüleceği, kapitalizmin can alarak sermaye biriktirmeye devam edeceği ifade edilmiş oluyor. İkincisi faşist şefin sermayenin katliam rejimini olağanlaştırıp kanıksatma eyleminin dosdoğru işçi sınıfı, ezilenler ve onların örgütlü, öncü bölükleri için gerçek bir yenilgi, dahası yeni işçi bölüklerinin katledilmesine onay anlamına geleceğinin anlaşılması gerekiyor. Bu bağlamda Dilovası işçi katliamı acımasız bir gerçeği bir kez daha örgütlü emek bölüklerinin, sendikaların ve emekçi sol hareketin yüzüne çarpıyor. Bir gerçeğin bütün boyutlarıyla kavranmasının yeni bir olayı ve uğrağı oluyor.

Türkiye kapitalizminin iş cinayetleri tablosu koca bir işçi mezarlığını ve milyonlarca işçi için can pazarını resmediyor. Bu tabloya bakınca açık bir sınıf savaşı ve sınıf kırımını görüyoruz. Günde en az 5 işçi çalışırken kapitalizmin örgütlenmiş işçi cinayetlerine kurban gidiyor. Düpedüz sermaye ve devlet tarafından katlediliyor. Bunlardan en az ikisi 18-30 yaş aralığında genç, en az birisi 5 ile 18 yaş arasında çocuk, en az ikisi 60 yaşını geçmiş emekli ve yoksulluk nedeniyle çalışmak zorunda kalan işçilerden oluşuyor. Ucuz işgücü ordusunun kadın bölükleri Dilovası işçi katliamında bir kez daha görüldüğü gibi en vahşi biçimde katlediliyor. Her gün milyonlarca ücretli emekçi yaşlı, genç, çocuk, yerli, göçmen, kadın, erkek aynı ucuz işgücü pazarının vahşi emek sömürüsünde ölümle pençeleşiyor.

Kapitalistlerin işçilerin canlı emeğini sömürmek için can almaktan sakınmadığı biliniyor. Bugün Türk sermayedarları azami kar hırsı için tüm sınırları kaldırıp atıyor. Tam bir katliam çarkı işletiliyor. Sadece iş cinayetlerinin tablosu bile nasıl bir emek ve can pazarı örgütlediğini gösteriyor. Bu can pazarı, bu ölüm rejimi iş güvenliği ve işçi sağlığı önlemlerinin ötesine geçen bir olguyu ifade ediyor. Her şeyden evvel bu hakikatin anlaşılması gerekiyor. Duruma temel bir soru sorarak hakikatin kapısına varalım öyleyse. İşçi cinayetlerinin verili kapitalist koşullarda alınacak iş güvenliği ve işçi sağlığı tedbirleriyle önlenebilmesi, en minimum seviyeye çekilmesi ve münferitleştirilmesi mümkün müdür? Elbette mümkündür. İşte sorun tam da burada açığa çıkıyor. Kapitalizm koşullarında pekala mümkün olan bir durum çok kasıtlı ve amaçlı biçimde örgütlenmiyor. Çünkü işbirlikçi Türk sermaye sınıfı kar eğiliminin düşme yasasını dengelemek ve azami karlarından vazgeçmemek için bugünkü neoliberal vahşi kapitalizme ihtiyaç duyuyor, neoliberal sermaye birikimi modelini uyguluyor. Azami kar hırsı tam da en ucuz işgücüne, en kuralsız biçimde artıdeğer sömürüsüne ihtiyaç duyar ve emek pazarını bu temelde örgütler. Birer birer ya da toplu işçi cinayetlerinin temel nedeni budur. Çünkü sigortasız, güvencesiz, denetimsiz, kuralsız ucuz işgücü pazarı uluslararası sermaye bölükleriyle rekabet avantajı sağlıyor. Başka bir deyişle sermaye için en elverişli emek pazarı bugünkü ucuz, güvencesiz, esnek, kuralsız işgücü pazarı ve örgütlenmesiyle realize oluyor.

Neoliberal modele dayalı sermaye birikim rejiminin işbirlikçi Türk burjuvazisi tarafından somutlanması, devletin emek pazarını düzenleyen yasaları, işgücü istihdam stratejileri ve politikalar bütünlüğüyle belirleniyor. Örneğin OVP bu ucuz işgücü pazarının yerli ve uluslararası sermaye için en elverişli biçimde yeniden ve yeniden düzenliyor; ucuz emek pazarının sermaye için çeşitlendirilip sunulmasını hedefliyor ve uyguluyor. Ulusal Kalkınma Planı stratejisi hakeza aynı emek pazarı örgütlenmesini planlıyor. Uluslararası sermayenin maksimum kar realizasyonu doğrultusunda Dünya Bankası, IMF ve OECD üçlüsünün direktif ve perspektifleri, ulusal istihdam yani işgücü pazarının örgütlenmesini belirleyip biçimlendiriyor. İşçi cinayetleri dolaysız bir biçimde uygulanan sermaye birikim rejimi ve emek örgütlenmesi rejiminin sonucu olarak gerçekleşiyor.

İşçi cinayetlerinin arka planında işbirlikçi Türk burjuvazisinin de sermaye birikim rejimi olarak bağlandığı neoliberal sermaye birikim modeli, emek rejimini yeniden ve dinamik biçimde örgütlüyor; güncel düzenlemelerle artıdeğer sömürüsünü azamileştirme yolunda yürüyor. Bu emek rejiminin örgütlenmesini uluslararası kapitalist işbölümü doğrudan belirliyor. İşbirlikçi Türk sermayesi uluslararası kapitalist işbölümü içinde aldığı ucuz işgücü arzı göreviyle ve sağladığı ucuz emek rezervleriyle çok özel bir taşeronluk misyonunu yerine getiriyor. Uluslararası sermaye ile rekabetini bu sermaye birikim ve emek rejimi üzerinden gerçekleştiriyor. Kendine düşen kar payını dünya emek pazarına her çeşit ucuz işgücü arzı sağlayarak elde ediyor. "İhracata dayalı rekabetçi bir ekonomik model", "Çin tarzı büyüme modeli" olarak kurgulanan bu emek rejiminde ucuz meta üretimi için ucuz emek gerekiyor; bu ise, ancak ücretlerin eritilmesiyle mümkün oluyor. Aynı büyüme modeli daha fazla işçileşmeyi özellikle emek gücünün yoğunlaşmasını ve çeşitlendirilmesini gerektiriyor. Örneğin ihracata dayalı sanayileşme stratejisi doğrultusunda çocuk işgücü istihdamı sürekli büyütülüyor. Ucuz işgücü sömürüsünde çocuk işgücü istihdamı kapitalistlerin iştahını doymaz biçimde kamçılıyor. Bu durum kadın ve çocuk emeğinin adeta en ucuza yağmalanmasının zeminini döşüyor. Artan ve süreğenleşen çocuk işçi cinayetleri kaynağını buradan alıyor. Son 12 yılda en az 800 çocuğun katledilmesi bu gerçeği anlatıyor, sadece bu yılın ilk 10 ayında işçi cinayetlerine kurban giden en az 74 çocuk aynı katliam düzeni tablosunun bir bölümünü oluşturuyor.

Ucuz işgücü rejimi bugün Organize Sanayi Bölgeleri ve Özel Endüstri Bölgeleri temelinde somutlanıyor ve örgütleniyor. Yaygın taşeron sisteminde karşılığını buluyor. İşçi cinayetlerinin diğer hazırlayıcı esas unsuru ise işçi sınıfının örgütsüzleştirilmesi, grev ve direnişlerinin yasayla ve fiili zor yoluyla sürekli engellenmesi ve baskılanması olarak karşımıza çıkıyor. Önümüzdeki dönemde uluslararası kapitalist işbölümünün ihtiyaçları nedeniyle madencilik alanı yeni bir ucuz işgücü sömürüsü ve yağmasına boylu boyunca açılıyor. Bu yeni pervasız doğa katliamları ve işçi cinayetlerinin misliyle büyümesi anlamına geliyor. Öyleyse bugün vahşi katliam biçimleriyle, çocuk, kadın işçi cinayetleriyle önümüze dikilen işçi cinayetleri kronik sınıf sorunu gerçeği ve sınıf savaşımı konusudur. İşçi cinayetleri gerçeği atlanarak ya da işçi cinayetlerine anlık tepki eylemleri ve siyasetiyle yetinerek bu kronik ve yaşamsal sınıf savaşımı sorunu çözülemez, işçi cinayetleri münferit bir düzeye geriletilemez. İşçi sınıfı, varlığına doğrudan yönelen bu örgütlü işçi cinayetlerine karşı grev, direniş ve diğer hak kazanma eylemleriyle, kendisine dayatılan emek rejimini tasfiye etmeden bu can pazarından ve ölüm çukurundan kurtulamaz. Kapitalistlerin işçi kırımına karşı Tuzla havza grevinin fiili meşru mücadele çizgisi kuşanılmadan, Soma katliamına karşı siyasal öfkeyi örgütleyen büyük toplumsal hareket açığa çıkarılmadan kronikleşen işçi katliamlarına set çekilemeyeceği görülmelidir. Bugün bu görev tüm emekçi sol hareketin ve örgütlü işçi bölüklerinin, kapitalistlerle işbirliği içinde olmayan tüm işçi sınıfı sendikalarının omuzlarındadır. Her işçi ölümü bir kavga ve savaş çağrısı olmalıdır artık. İşçileri katleden sermaye düzeni ve onu koruyan faşist egemenlere karşı tüm ezilenlerin sınıf kinini ve öfkesini kuşanarak yüzbinler olup katillerin yakasına yapışmak görevimizdir.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 21 Kasım tarihli 245. sayısında yayımlanan başyazısı.