19 Mayıs 2024 Pazar

İnan Özgür yazdı | Boğaziçi direnişine yaklaşımda bir devrimci kendiliğindencilik örneği

Oğuzhan Kayserilioğlu için öncülük, kendiliğinden kitle hareketinin içinde konumlanmak, onun eğitiminden geçmek, güncel taleplere odaklı kendiliğinden kitle mücadelelerinin her birini tarihsel devrimci bilinçle buluşturup, demokrasi talepli ve kapitalizm karşıtı bir düzeye çıkarmaktır. Bu size gerçekten bir öncü vasfı kazandırmaya yetmez. İşçi sınıfı ve ezilenlerin bütün sorunlarını, taleplerini ve özlemlerini iradi politik mücadelelerin konusu haline getiren, kendiliğinden kitle hareketlerinin sadece içinde değil en önünde konumlanan, mücadelenin gerektirdiği bedelleri en önde göğüsleme kararlılığını kuşanan, öncünün kendi örgütlü kuvvetlerine dayalı eylemselliğiyle kitleye savaşım yolu açan bir politik savaşım tarzı, size devrimci öncü vasfını kazandırabilir.

Boğaziçi direnişi, faşist şeflik rejiminin tüm pervasız saldırılarını boşa çıkararak ve ikinci ayını da geride bırakarak, antifaşist kitle hareketinin başlıca güncel bileşenlerinden biri olmayı sürdürüyor. Emekçi sol hareket içinde, devrimci ve antifaşist parti ve örgütler arasında Boğaziçi direnişine dair birçok değerlendirme ve tartışma yapıldı, yapılmaya da devam ediyor. Politik yankısı böyle güçlü olan bir hareket üzerine çokça söz söylenmesi doğal.

Oğuzhan Kayserilioğlu'nun "Boğaziçi'nin Gizemi" başlıklı sendika.org'ta yayınlanan makalesi, bu değerlendirme ve tartışmalardan biri. Makale, emekçi sol hareketteki tipik bir tarihsel ve güncel zaafın aynası olduğu için, devrimci eleştirel bir bakış açısıyla üzerinde durulmayı hak ediyor. Devrimci yoldaşlarımızdan Oğuzhan Kayserilioğlu, yazısında, Boğaziçi direnişinin "gizem" dolu özelliklerini uzun uzadıya açıkladıktan sonra, sadede geliyor, yani "sollarımız"ın Boğaziçi direnişiyle ilişkilenme tarzlarının eleştirisine girişiyor. Daha doğrusu o, temsil ettiği devrim ve sosyalizm iddialı emekçi sol örgütlenmenin, özel olarak Boğaziçi direnişiyle ama genel olarak da siyasal ve toplumsal mücadelelerle ilgili gerçek pozisyonunu ideolojik-teorik düzlemde meşruiyetle donatmak için, bir bakıma bağımsız varoluş hakkını anlamlandırmak için, diğer devrimci ve antifaşist parti ve örgütlerle arasına belirli bir ayrım çizgisi çekiyor. Bu ayrım çizgisinin, öncelikle ve özellikle, "sol sekterler" diye sınıflandırdığı devrimci parti ve örgütlerden farklılığı vurgulamaya odaklandığını söylemek de Kayserilioğlu'na yapılmış bir haksızlık sayılmaz.

Oğuzhan Kayserilioğlu'nun görüşünde, "sol sekterler"in Boğaziçi örneğinde somutlaşan derin zaafı, "Boğaziçi'nde yaşanan direniş ve onun etrafında oluşan kısmi hareketlenmeye 'kendisi' olarak, özgün yapısı ve ihtiyaçları üzerinden ele alarak 'içeriden' yaklaşma yerine; sadece kendilerinin durdukları yerle sınırlı ve sırf kendi örgütsel-siyasal ihtiyaçları açısından 'araçsal' yaklaşmalarıdır". Ona kalırsa, bu "araçsal yaklaşımın zavallılığı", özetle, halk hareketlerinin içinde konumlanmamasında ve onlar tarafından eğitilmeyi yadsımasında, halk hareketlerine tam bir dışarıdanlıkla, üstten emir vererek, örgütün kullanışlı nesneleriymişçesine yaklaşmasında yatmaktadır. Kayserilioğlu, "sol sekterler"e yönelttiği bu eleştirisiyle, tarif ettiği devrimci öncülük anlayışını temellendirir. Bu türden "kerameti kendinden menkul varoluşlar"ın aksine, onun için öncülük, kendiliğinden kitle hareketinin içinde konumlanmak, onun eğitiminden geçmek, aynı zamanda, "tarihsel" olanın "güncel" olanı eğitmesini sağlamak, yani güncel taleplere odaklı kendiliğinden kitle mücadelelerinin her birini tarihsel devrimci bilinçle buluşturup, diğer mücadelelerle ilişkilendirip, demokrasi talepli ve kapitalizm karşıtı bir düzeye çıkarmaktır.

Bu tip bir öncülük anlayışı tarifi, bir devrimci siyaset dersinde, konuya belki başlangıç noktası teşkil edebilir. Fakat konu devrimci politik mücadelenin muhtevasına geldiğinde, hele de Boğaziçi direnişi gibi somut bir politik muharebe tartışılıyorsa, hemen hemen hiçbir şey anlatmaz. Zira öncülük, her şeyden önce, belirli bir politik niteliktir. Kendiliğinden kitle hareketinin içine yerleşmek, o hareketten öğrenmek, o mücadelenin diğer mücadelelerle sistemik ilişkisine işaret etmek, o kitleye devrim ve sosyalizm propagandası yapmak, size gerçekten bir öncü vasfı kazandırmaya yetmez. İşçi sınıfı ve ezilenlerin bütün sorunlarını, taleplerini ve özlemlerini iradi politik mücadelelerin konusu haline getiren, kendiliğinden kitle hareketlerinin sadece içinde değil en önünde konumlanan, mücadelenin gerektirdiği bedelleri en önde göğüsleme kararlılığını kuşanan, öncünün kendi örgütlü kuvvetlerine dayalı eylemselliğiyle kitleye savaşım yolu açan, daha gelişkin mücadele biçimlerinin kullanılmasını pratikte hazırlayan, daha etkili mücadele ittifakları kurmaya soyunan bir politik savaşım tarzı, ancak böyle bir tarz, size devrimci öncü vasfını kazandırabilir. Böyle bir politik savaşım tarzının olmadığı yerde, teorik ders verircesine öncülükten bahsetmek, devrimci lafazanlık sınırlarında dolaşmaktan, devrimci kendiliğindenciliği kutsamaktan başka bir anlam taşımaz.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da, hakiki bir devrimci öncülük iddiası, '80 öncesi dönemin devrimci kendiliğindenciliğinin tarihsel eleştirisini şart koşar. O dönemde, devrimci amaçlara ve niyetlere, yaygın devrimci pratiğe ve özveriye sahip olunmasına rağmen, devrimi hazırlama stratejik görüş açısından, devrimci iktidar iddiasından, her günkü mücadelelerde devrimi örgütleyen bir iradeden yoksunlukta ifadesini bulmuştur devrimci kendiliğindencilik. Ve bu tarz bir politik varoluş, emekçi soldan birçok parti ve örgütün halen karakteristik özelliğidir. Dolayısıyla öncülük iddiası, devrimci kendiliğindencilik eleştirisinin, güncel bakımdan da, devrimci pratik karşılığını sürekli yeniden üretmeyi gerektirir.

Oğuzhan Kayserilioğlu'nun Boğaziçi örneğinde tartışarak tarif ettiği türde bir "öncülük" ise, devrimci kendiliğindenciliğin çok tanıdık bir versiyonundan ibarettir. Onun öncülük adına "'tarihsel' olan 'güncel' olanı eğitir" dediği yerde, bu vurgunun gerçekten de eğitim çalışmasından öte bir ufuk taşımadığı görülür. Zira Kayserilioğlu'nun mevzuyu koyuşunda, öncünün kitleyle ilişkisindeki devrimci işlevsellik, öncelikle ajitasyon ve eylemde değil, propagandadadır. Başka bir deyişle, öncünün kitleyle ilişkisinin karakteri, siyasal bir etkileşim değil, sözel bir iletişimdir. Devrimci kendiliğindencilik, burada aslında, öncülük fonksiyonunu, politik değil pedagojik bir muhtevada gerçekleştirebileceğini sanmaktadır. O, öncülüğü, politik mücadele tarzıyla anlamlandıramadığından, kendiliğinden güncel bilinci devrimci tarihsel bilinçle buluşturma görevi genellemesine, bu görev uğruna da emekçilerin ve ezilenlerin mücadeleleri içinde konumlanma zorunluluğunun ve onlara demokrasi talebiyle ve kapitalizm karşıtlığıyla belirlenen bir bilinç kazandırma amacının yinelenmesine sıkıştırmaktadır.

Bilincin, tabii ki iradenin de, kategorik olarak iki düzeyi bulunur. Evet, kitlenin de bir bilinci ve iradesi vardır. Yekpare olmayan bu kitle bilinci ve iradesi, her somut durumda, belirli bir somut amaçta ortaklaşma temelinde meydana gelir; ortaklaşanların sahip oldukları farklı kavrayışların, düşüncelerin, inançların, duyguların, psikolojilerin arasındaki sürtünmeler ve kaynaşmalar, ayrışmalar ve buluşmalar toplamı olarak oluşur. Öncülük, öncünün bilinç ve iradesi ile kitlenin bilinç ve iradesinin karşılıklı bir etkileşim potasına girdiği yerde, elbette öncünün kitle bilinci ve iradesini kavraması, anlamlandırması ve içermesiyle, bu bakımdan kitleden öğrenmesiyle, ama mutlaka, kitlenin bilinç ve iradesini öncünün bilinç ve iradesinin düzeyine yükseltme çalışmasıyla gerçekleşir. Bu yükseltme "çalışması", sadece toplumsal ve siyasal düzen gerçekliğinin, öncünün amaçlarının ve programatik hedeflerinin açıklanmasıyla olmaz, politik ajitasyonun kışkırtıcılığına, politik eylemin saflaştırıcılığına, politik mücadele biçimlerinin militanlaştırıcılığına ihtiyaç duyar. Kitlenin özdeneyim okulundan geçmesi gerektiği kadar, öncünün kitleye güven vermesi, cesaret ve kararlılık aşılaması, kitlede zafer umudu ve inancı uyandırması, mücadele azmini ve özgüvenini ayaklandırması da gerekir. Hasılı, devrimci öncü için bilinç sorunu, pedagojiden ziyade doğrudan politikanın sahasında olan bir sorundur.

Burada artık politik mücadelenin somutluğu sahasındayız. Bu sahada, devrimci öncülük rolünden bahsedenin önüne hemen şu soru çıkar: Bir kitle mücadelesine öncü müdahale için somut bir politik perspektifin ve planın var mı? Boğaziçi direnişini büyütüp genelleştirmek için somut politik perspektifin ve planın nedir? Kendiliğindencilik, işte her şeyden önce, bu sorulara somut yanıtlar verememektir.

Oğuzhan Kayserilioğlu'nun devrimci kendiliğindenciliğinde, devrimci yan onun Boğaziçi direnişi nedeniyle rutini bozulan ve huzuru kaçan reformist solun "güvence odaklı tutumu"nu eleştirmesinde, kendiliğindenci yan ise onun Boğaziçi direnişini büyütmeye ve genelleştirmeye yönelik hiçbir gerçek politik perspektife sahip olmamasında, hatta böylesi politik perspektiflere sahip olanları "sol sekterler" diye eleştirmesinde kendini gösterir. Ve ironiktir ki, Kayserilioğlu, devrimci parti ve örgütleri Boğaziçi'nde dışarıdanlıkla yargılarken, aslında bir politik iddiaya ve iradeye, bu iddia ve iradenin varlığını kanıtlayabilecek bir politik mücadele perspektifine ve planına sahip olmadığından, dolayısıyla nesnel olarak sol entelektüel bir analizci, en fazlasından pedagojik bir bilinç tartışmacısı durumuna düştüğünden, Boğaziçi direnişiyle bizzat kendisinin ilişkilenişinin dışarıdanlıkla malul olduğunun farkında değildir.

Fakat farkında olunmayan bu dışarıdanlıktan daha önemlisi, Boğaziçi direnişine yaklaşımda söz konusu devrimci kendiliğindenciliğin kitle kuyrukçuluğuna bir kapı açıyor olmasıdır. Oğuzhan Kayserilioğlu, direnişle nasıl ilişkilenmek gerektiğini ele alırken, önce "sol sekterler"in tarzını eleştirerek, sonra da Boğaziçi direnişinin "kendisi olarak" önemini teorize ederek, şöyle yazmaktadır: "Burada da, direnişin kendisi olarak varlığı ve hedefleri herhangi bir önem taşımıyor; direniş, sadece siyasi öznelerin stratejik ve taktik hedeflerine hizmet edecek bir 'araç' olarak değer taşıyor. Faşizmin iktidarlaşmasını engelleyecek bir tutum geliştirmek için öne atılma cesareti gösteren bu güçler, öne atılma eylemlerinde gösterdikleri zaafları bir tarafa koyup sırf Boğaziçi direnişiyle ilişkilenme biçimlerine bakarsak, direnişi 'kendisi' olarak 'önemsiz' görüyor ve hızla faşizme karşı saldırının bir parçası haline dönüşmesini zorluyorlar." "Boğaziçi direnişi şu ya da bu siyasal öznenin kendisini güçlendireceği ya da yeniden üreteceği bir 'araca' indirgenemez; o, kendisidir, kendisi olarak değerlidir ve uğruna direnilen hedefine ulaşması önemlidir. Bu ise, direnişle ilgilenen bütün siyasal öznelerin, direnişin kendisinden talep ettiği biçime, dile ve tutuma bürünmesini belirler; yaklaşımlar, 'keyfi' değil, direnişin güncelliğinin ürettiği belirlenimlerin mümkün kılıp talep ettiği olasılıklar içinden seçilmelidir."

Demek ki, direnişi devrimci stratejik hedeflere bağlama mücadelesi vermek, onu faşist şeflik rejimine karşı, ya da Kayserilioğlu'nun deyişiyle, kurumsallaşma sürecinde olan ve ama bu süreci bir türlü tamamlayamayan faşizme karşı ezilenlerin saldırıya geçişinin bir kaldıracı haline getirmeye çalışmak yanlıştır! Demek ki, halihazırdaki direnişçi kitle ortalamasının daha ilerisinde bir devrimci politik dil kurmak, daha ilerisinde politik mücadele biçimlerini gündemleştirmek, daha ilerisinde militan çıkışlara hazırlık yapmak yanlıştır! Demek ki, Boğaziçi direnişini salt "kendisi olarak" önemsemekle, kayyum rektörün defedilmesi hedefiyle, "direnişin güncelliğinin ürettiği belirlenimlerin mümkün kılıp talep ettiği olasılıklar içinde" düşünmekle yetinmemek, yani faşist şefi doğrudan lanetleyen bir slogan, kitlesel bir üniversite işgali, militan bir barikat mücadelesi, ezilenlerin birleşik antifaşist hücuma kalkışı gibi olasılıkları gündeme almak yanlıştır! Eh, eğer bütün bunlar yanlışsa, devrimci öncülük pratiği nerededir? Eğer öyleyse, "kendisi olarak" Boğaziçi direnişi, Kayserilioğlu'nun benimsediği türde bir öncülükten daha öncü bir konumda, düpedüz Kayserilioğlu'na da öncülük eden bir konumda değil midir?

Her siyasal ve toplumsal mücadele biriciktir, kendisidir, kendisi olarak önemlidir. Boğaziçi direnişi bu bakımdan bir istisna teşkil etmez. Bugün Boğaziçi direnişinin özgünlüğü, onun "kendisi olarak" öneminden ziyade, antifaşist mücadele bütününde tuttuğu ve dahası tutabileceği yerin önemindedir. Ve buradan bakılırsa, Boğaziçi direnişinin esas ihtiyacı, devrimcilerin ona yapacağı güzellemeler, ya da Kayserilioğlu'ndan uyarlama bir deyişle söylenecek olursa, onu "amaçsallaştırma zavallılığı" değildir. Direnişçi öğrenciler, Boğaziçi direnişinin "kendisi olarak" mücadeleci güzelliklerinin ve yakın amaçlarının zaten farkındadır. Boğaziçi direnişinin esas ihtiyacı, onun gelip dayandığı politik eşikten ileri sıçramanın yolunu bulmasıdır. İşte bu, devrimci öncülük rolünün gerçek mi yoksa sanal mı olduğunun boylu boyunca sınandığı düğüm noktasıdır.

Boğaziçi direnişi süreklilik sağlamayı, faşist polis saldırılarını ve faşist psikolojik savaş hamlelerini boyun eğmeyerek yanıtlamayı, etrafındaki antifaşist sempati ve dayanışma halesini koruyup yeniden üretmeyi, Gezi-Haziran havası yayan dinamizmini sürdürmeyi başarmaktadır. Fakat öte yandan, faşist şefin saldırganlığını püskürtebilmiş, demokratik hedeflerine ulaşmasını getirecek bir politik atak yapabilmiş de değildir. Boğaziçi'ndeki durum, tıpkı faşist şeflik rejiminin mezarlık sessizliği yaratma amacına varmasını engelleyen ve ama onun kesintisiz saldırganlığını püskürtecek bir çapa ve niteliğe ulaşmayı henüz başaramamış olan, kısaca antifaşist savunma pozisyonundan antifaşist saldırı pozisyonuna geçmekte zorlanan bütün bir antifaşist direniş hareketinin toplam durumu gibidir. Faşist devlet terörünün direniş güçlerini yıpratıcı dizginsizliği ve uzayan eylemsellik sürecinin direniş dinamizmini aşındırıcı rutinliği düşünülürse, Kayserilioğlu'nun "direniş zaten kendisi olarak da faşizmin iktidarlaşma sürecine bir engel olma nesnelliğini taşıyor ve üstelik sürüp gittikçe kazandığı ağırlık üzerinden engel olma kapasitesi gittikçe güç kazanıyor" sözü, isabetliliği çok şüphe götürür olmakla beraber, kendiliğindenciliği hiç şüphe götürmez bir tespittir. Bu yüzdendir ki, Boğaziçi direnişini, hızla, yani onun içerdiği potansiyel devrimci sıçrama imkanları tükenip gitmeden evvel, ezilenlerin faşizme karşı antifaşist taarruzunun bir parçasına, daha doğrusu belirli bir politik andaki ateşleyicisine dönüştürme arayışı, kınanacak bir "sol sekter" duruşun değil, potansiyel devrimci imkanları realize edebilecek bir öncü duruşun ifadesidir.

Oğuzhan Kayserilioğlu'nun somut adres göstermeksizin yaptığı "sol sekterler" eleştirisinin belli ki birincil muhatabı olan komünist gençlik, politik ve pratik olarak böyle bir öncü duruşu cisimleştirmektedir. O, Boğaziçi direnişinin içinde ve tam odağındadır. Faşizmin güçleriyle çarpışmanın, direnişin bedelleriyle karşılaşmanın en ön safındadır. Direnişçi tüm öğrencilerle işbirliği içinde çalışma kapasitesini genişletmektedir. Direniş kapsamında politik şiarlar ve politik kampanyalar üreterek, farklı kentlerden ve üniversitelerden öğrencileri, hatta liseli gençliği bu direnişte mevzilendirme ve böylece direnişi genel bir antifaşist gençlik atılımına dönüştürme çabası göstererek, Boğaziçi direnişinin sürekliliğini sağlamayı, yaygınlığını artırmayı, dinamizmini korumayı sorunlaştırmaktadır. Ve komünist gençlik, aynı zamanda, direnişi ezilenlerin birleşik antifaşist silkinişini ateşleyebilecek bir devrimci fünyeye dönüştürmeyi, direnişin böyle bir politik sıçrama yapmasına basamak olabilecek kitlesel işgal ve barikat mücadelelerine girmeyi, bu mücadelelerin gereksindiği öncü ittifak ilişkilerini geliştirmeyi hedeflemektedir. Bu hedeflerle hareket etmek, direniş kitlesi içinde azımsanmayacak ölçüde mevcut olan, direnişin meşruluğunun barışçıllığından ileri geldiği ve meşrulukla barışçıllık arasında doğru orantı olduğu yanılgısını taşıyan, dolayısıyla mutlaka mücadele edilip değiştirilmesi veya aşılması gereken kendiliğinden bilinç unsurları nezdinde, yer yer Boğaziçi direnişinin meşruluğuna gölge düşüren bir yaklaşım gibi algılanırsa, bunda şaşılacak bir yan olmaz. Peki ya, "yapıp ettikleriyle direnişin meşruiyet zeminini yıpratıyorlar" diyerek, Oğuzhan Kayserilioğlu'nun aynı kendiliğinden bilinç unsurları seviyesinde yakınmasının devrimci öncülük rolü açısından nasıl bir meşruiyeti vardır?

Örgütsel gücünüz sınırlı olabilir. Fakat devrimci hareketimizin tarihinde, olası bedelleri devrimci tarzda göğüsleme kararlılığına sahip bir politik kuvvetin, politik iddia ve cüret, politik birleştiricilik ve sürükleyicilik gibi öncü niteliklerle donandığında, mevcut sınırlı örgütsel gücüyle bile, belirli politik muharebe anlarında pekala yüksek bir politik başarı çıtası yakalayabileceğine, antifaşist kitle hareketinde sıçramaları mayalayabileceğine işaret eden örnekler çokça bulunur. Fazla geriye gitmeye de gerek yok; son bir yıla, birinci dalga koronavirüs sürecinde yayılmış politik ataleti kırıp atan öncü eylemler serisine, güçlü bir politik yankı uyandıran Suruç için adalet kampanyasına, Gökhan Güneş'i faşist kontrgerillanın elinden çekip alan mücadeleye şöyle bir bakmak yeterli gelir.

Söz konusu örneklere yenilerini eklemek için, bu tartışma çerçevesinde Boğaziçi direnişinin dayanmış olduğu politik eşikten geçip ilerlemesi için, devrimci öncünün politik iddia ve cüret sahibi olması, antifaşist direnişlerde saklı duran imkanlarda devrimin güncelliğini okuması gereklidir. Devrimci kendiliğindencilik kafesinin dışına doğru adım atmak, toplumsal muhalefet zihniyeti ve psikolojisinden sıyrılmaya yönelmekse bunun kesin bir şartıdır.

Bunca devrimci öncülük tartışması yaptıkları yerde, bütün bu eleştirilerimizle beraber, Oğuzhan Kayserilioğlu başta olmak üzere TÖP'lü devrimci yoldaşlarımızdan, faşist şeflik rejimine karşı örülecek ortak antifaşist barikatta iradi yer alma sorumluluğu, gençlik örgütlerinin antifaşist cepheleşmesine iştirak etme sorumluluğu, antifaşist gençlik direnişinde güncel bir sıçramanın yolunu açmaya ortak olma sorumluluğu, Boğaziçi muharebesini ezilenlerin birleşik antifaşist direnişinde bir atılım imkanı olarak değerlendirme sorumluluğu göstermelerini istemek ve beklemek hakkımızdır.

Bayat bir "sol sekterler" sakızı çiğneyerek çıkılan "biz farklıyız" locasında gerek Boğaziçi direnişinin gerekse antifaşist kitle hareketleri bütününün hakiki gelişim ihtiyaçlarına seyircilik yapılırsa da, bunda devrimcilik adına haklı ve meşru göreceğimiz bir şey yoktur.