28 Mart 2024 Perşembe

Faşizme karşı mücadele ve 'güçlendirilmiş parlamenter sistem'

Egemen sınıf, siyasi arenada, Türk burjuva devletinin yönetim biçimi konusunda iki cepheye bölünmüş durumda. Bu iki siyasi cepheden birini meydana getiren Millet İttifakı, şimdi "güçlendirilmiş parlamenter sistem" formülüyle, "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi" tarafından aslında lağvedilmiş olan eski burjuva parlamentonun restorasyonunu savunuyor. Ve bu restorasyon savunusu, devletin sömürgeci faşist niteliğini değil, yalnızca yönetim biçimini değiştirmeyi kapsıyor.

Erken seçim çağrılarını sıklaştıran CHP, bu olası erken seçimin "tek adam rejiminden yana olanlarla demokrasiden yana olanlar arasında" geçeceği vurgusunu, politik söyleminin odağına oturtuyor. CHP kurullarında, "ideolojilerden uzak bir parlamenter sistem ittifakı" laflarıyla, Millet İttifakı'nın daha fazla biçimlendirilmesi ve genişletilmesi planı ısıtılıyor. Buna göre, Erdoğan iktidarına karşı seçim ittifakı, "yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü ve siyasi etik kanunu" temel ayaklarıyla "güçlendirilmiş parlamenter sistem" amacını güdecek, seçimi kazanınca da anayasa değişikliği yapıp bu amacını gerçekleştirecek.

Yani bugün CHP, İYİP, SP ve DP'den müteşekkil Millet İttifakı, bir nevi "güçlendirilmiş parlamenter sistem ittifakı" olarak biçimlenip genişleyecek, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibi AKP eskileriyle birleşecek, o arada mümkünse adını anmaksızın HDP'yi ve emekçi sol hareketin kimi bileşenlerini de kendine tabi kılacak. Hesap belli ki böyle.

Bu hesabın bizi burada ilgilendiren esas kısmı, CHP'nin, HDP'yi ve emekçi sol hareketi, Türk egemen sınıfının halihazırdaki iki siyasi blokundan birine eklemleme gayesi. Ki bu gaye, daha önce de, Kılıçdaroğlu'nun, yazın toplanan CHP kurultayında defaatle vurguladığı, "Kürt sorunu mecliste çözülecek" sözlerinde veya sıklıkla dile getirdiği, "Demirtaş içeride kaldığı süreyi göğsünde bir şeref madalyası olarak taşıyacak" ifadelerinde yansımıştı. CHP'nin bu söylemleriyle, onun ısrarla "bölücü teröre karşı tavizsiz mücadele" sakızını çiğnemesi veya vekillere hapishane yolunu açan karara el kaldırması arasındaki okkalı tutarsızlıkta şaşılası bir yan bulunmuyor. Zira burjuva erken seçim kazanı kaynatılıyor, Erdoğan'ı geride bırakacak burjuva oy aritmetiği de HDP'yi büsbütün görmezden gelmeyi imkansız kılıyor. Ve söylemeye bile gerek yok ki, burjuva düzen solu CHP, sömürgeci faşizmin parlamentarizm batağında debelenirken, zaten herhangi bir ilkesel ve söylemsel tutarlılık kaygısı duymuyor.

CHP, özellikle son kurultayından beri, "güçlendirilmiş parlamenter sistem" hedefini öne çıkarmaya başladı. Erdoğan'ın faşist şeflik rejimine karşı olan işçilerin ve ezilenlerin demokratik beklentileri, CHP'yi, siyasi rejimin alternatif biçimine dair daha ciddi bir söylem kurmaya zorladı. Öte yandan, faşist rejimin başkanlık biçiminin burjuva muhalefete hükümet olma imkanı bırakmayacak bir hatta yerleşmekte olduğu gitgide daha görünür hale geldi. "Merkez sağ"ın, ırkçı milliyetçiliğin, politik İslamcılığın, Saray rejimine muhalif bütün kesimlerinin bir ittifak potasında buluşturulması ihtiyacı da, burjuva parlamenter biçimin restorasyonu ortak hedefini koymayı gerektirir oldu.

Egemen sınıf, siyasi arenada, Türk burjuva devletinin yönetim biçimi konusunda iki cepheye bölünmüş durumda. Bu iki siyasi cepheden birini meydana getiren Millet İttifakı, şimdi "güçlendirilmiş parlamenter sistem" formülüyle, "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi" tarafından aslında lağvedilmiş olan eski burjuva parlamentonun restorasyonunu savunuyor. Ve bu restorasyon savunusu, devletin sömürgeci faşist niteliğini değil, yalnızca yönetim biçimini değiştirmeyi kapsıyor.

İyi de, emekçiler ve ezilenler, bu "güçlendirilmiş parlamenter sistem" uğruna neden mücadele etsinler? Faşist şeflik rejimine karşı çıkan işçiler, kadınlar, gençler, Kürtler, Aleviler, LGBTİ+'lar, bilcümle ezilenler, umutlarını, mesela sendikal hakların genişletilmesini, cinsiyetçi tahakküme karşı durulmasını, anadilde eğitimin ve demokratik özerkliğin sağlanmasını, terörle mücadele yasasının kaldırılmasını, din ve mezhep ayrımcılığına son verilmesini içermeyen, çoktan çürümüş ve ıskartaya çıkmış eski parlamenter biçime bağlamakla neden yetinsinler? Onlar, susamış oldukları politik özgürlüğün asla savunucusu olmayan, bilakis düşmanı olmakta faşist şefle sürekli uzlaşan Millet İttifakı'nın parlamentarizmine neden razı olsunlar?

Hem CHP ve onun "güçlendirilmiş parlamenter sistem" hedefinde ortaklaştığı burjuva müttefikleri, faşist şef Erdoğan'ın tedricen tasfiye ettiği burjuva parlamentoyu bütün o tasfiye süreci boyunca gerçekten savundular mı? Mesela, 7 Haziran genel seçimi sonuçlarının iptal edilmesi planıyla bağlı koalisyon görüşmeleri müsameresine figüranlık yaparak, parlamentonun işlevsel bakımdan gitgide budanmasını getiren faşist devlet terörünün tırmandırılmasına, "Yenikapı ruhu"nda buluşup çanak tutarak, başkanlık sistemi referandumunun hileli sonuçlarını tanımayan antifaşist kitlelere sokaktan çekilme çağrısı yaparak ya da vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını bizzat onaylayarak, faşist şefe parlamentonun ipini çekmesinde düpedüz yardımcı olmadılar mı?

Peki ya şimdi? Rojava'ya işgal tezkerelerine mütemadiyen onay vermekte, Karabağ'ın Azerbaycan tarafından ilhakını alkışlamakta, Doğu Akdeniz'de savaş kışkırtıcılığı korosuna katılmakta, "terörle mücadele" şoven demagojisini paylaşıp parlatmakta hiç duraksamayan, bütün bu konular üzerine mecliste AKP'yle art arda ortak bildirgeler imzalamaktan geri durmayan burjuva muhalefetin parlamento pratiğine bakın. O pratikte, "güçlendirilmiş parlamenter sistem" hedefinin, emekçilerin ve ezilenlerin çıkarları ve özlemleriyle nasıl bir uyuşmazlık içinde olduğunu, ama aynı zamanda, faşist politik İslamcı Saray iktidarına koltuk değneği olmaya nasıl götürdüğünü rahatlıkla göreceksiniz.

Evet, yine koltuk değneği olmaya! Faşist şeflik rejimi politik yürütme gücünün seçimle el değiştirdiği bir yönetim biçimi değilken, 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarının iptal edilmesinden, 1 Kasım 2015 seçimlerinin büyük kitle katliamları gölgesinde gerçekleştirilmesinden, HDP'li seçilmiş vekillerin hapishaneye konulmasından ve HDP'li seçilmiş belediyelerin kayyumla gasp edilmesinden, 16 Nisan 2017 başkanlık referandumunun hileyle sonuca bağlanmasından, 24 Haziran 2018 cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP adayının hapishanede tutulmasından, 31 Mart 2019'da İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçiminin zorla tekrarlatılmasından sonra bu gerçek artık apaçık ortadayken, "güçlendirilmiş parlamenter sistem ittifakı" olarak seçim kazanıp Erdoğan'ın faşist Saray saltanatına son verme iddiası, emekçiler ve ezilenler için, mevzunun politik açıdan en zararlı, en tehlikeli boyutudur. Çünkü bu iddiada, ezilenlerin Erdoğan faşizmine karşı direnişe arzulu bölükleri nezdinde, mücadele kararlılığını törpüleyen ve çürüten, mücadele beklentisini oyalayıp düzene soğuran karşıdevrimci bir siyasi misyon, antifaşist direniş ateşini söndürmekle karakterize olan bir siyasi itfaiyecilik pozisyonu, dolayısıyla faşist şefe yine koltuk değneği olma rolü cisimleşmiştir. Söz konusu iddiaya ideolojik-politik zemin oluşturan şey, işçilerin ve ezilenlerin mevcut sermaye ve devlet düzenini sarsacak devrimci-demokratik mücadelelerinden duyulan korkunun Erdoğan'ın tekçi diktatörlüğüne beslenen karşıtlıktan çok daha baskın oluşudur.

Hasılı, emekçi sol hareket açısından, "güçlendirilmiş parlamenter sistem" hedefiyle ve ittifakıyla, bırakın Erdoğancı faşist şeflik rejimini çöpe göndermeyi, ona karşı antifaşist mücadeleyi taktik açıdan biraz olsun büyütmek bile mümkün değildir. Tersine, faşist şeflik rejimine karşı mücadeleyi yayıp güçlendirmek, bugün, milyonlarca işçinin ve ezilenin bu "güçlendirilmiş parlamenter sistem" afyonuyla uyuşturulmasını engellemeyi de şart koşmaktadır.

Emekçi sol hareketin güncel politik sorumluluğu, burjuva seçim oyununda antifaşist kitle mücadelesini ve ezilenlerin üçüncü cephe alternatifini büyütmek için ne imkan saklıysa elbette değerlendirmek, ama ezilenlerin umudunu köhnemiş burjuva meclis sistemine bağlamaktan ve bilhassa Erdoğan diktatörlüğüne bir erken seçim yoluyla son verilebileceği ham hayaline ortak olmaktan uzak durmak, hele de seçimlerin resmen gündemde olmadığı bir dönemde erken seçim lakırdılarıyla oyalanmaktansa, ezilenlerin sokakta faşizme karşı direnişini örgütlemeye odaklanmaktır.

Bu direnişi örgütleme görevi, "güçlendirilmiş parlamenter sistem" hedefine bağlanmış seçim ittifakını değil, halkçı demokratik hedeflere bağlanmış antifaşist mücadele ittifakını gerektirmektedir. Antifaşist mücadele ittifakı, faşist şeflik rejimine karşı halklarımızın direnişini büyütecek, emekçilerin ve ezilenlerin üçüncü cephesine itilim kazandıracaktır. Ve bunu ancak, egemen sınıfın her iki cephesinin de karşıtlıkta görüş birliği halinde olduğu politik özgürlük adına, emekçilerin ve ezilenlerin başlıca talepleri ve özlemleri uğruna mücadele ederek yapabilecektir.

Faşist şeflik rejiminin yıkılmasını hedefleyecek böyle bir ittifakın kapsamı, programı ve pratiğinin ne olacağı, kuşkusuz ki, adının ne olacağından çok daha önemlidir. Faşizme karşı genişleyen bir antifaşist ittifak kurma görevinin emekçi soldan muhatapları, halkçı demokratik cepheleşmenin şimdiye kadar ki en ileri deneyimi olan HDK-HDP kazanımını muhakkak dayanak almalıdır. Ve ittifakın kuruluşu, antifaşist, antişovenist, antisömürgeci, antiemperyalist, cins özgürlükçü, ekoloji savunucusu, demokratik bir varoluş temelinde olmalıdır.

Ufku burjuva parlamentarizmiyle sınırlı, politik varoluşu işçilerin ve ezilenlerin tepkisini düzene soğurmaya bağlı, Türk burjuva devletinin bekasını her şeyin üzerinde tutmaya koşullu, faşist şef Erdoğan'a karşı mücadelede takatsiz, dahası her kritik dönemeçte faşist şefe koltuk değnekliği yapmaya yatkın olan CHP'nin "güçlendirilmiş parlamenter sistem ittifakı" ona kalsın!

Erdoğan diktatörlüğüne karşı işçilerin ve ezilenlerin bütün güncel talep ve özlemlerinin doğrudan kavgasını vermek üzere faşizme karşı mücadele ittifakı bizim olsun!

* Atılım Gazetesi'nin 18 Aralık tarihli 457. sayı başyazısı.