30 Nisan 2024 Salı

DEM Parti İBB adayı Çepni: Halkla, bilim insanları, meslek örgütleriyle birlikte yöneteceğiz

DEM Parti İBB Eşbaşkan adayı Murat Çepni, Meral Danış Beştaş'la adaylıklarının iki partili siyaset dayatmasına karşı ezilenlere üçüncü, halkçı bir seçenek ve program sunmak anlamına geldiğini belirtti, "Bunlar yoksulluğu yönetmeye çalışırken, biz yoksulluğu ortadan kaldırmaya, yoksulların yönetebileceği bir düzeni kurmaya çalışıyoruz. Bunun yolu seçimlerde de bu alternatifi somut ortaya koymaktan geçiyor" ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) uzun süredir yürüttüğü halk toplantıları, ittifak tartışmaları ve istişareler sonrası, 2024 yerel seçimlerinde İstanbul'da kendi adaylarıyla yer alma kararı aldı. DEM Parti'nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkan adayları ise Meral Danış Beştaş ve Murat Çepni oldu. DEM Parti İBB Eşbaşkan adayı Çepni, adaylıklarının ne anlama geldiğini, nasıl bir belediyecilik anlayışını savunduklarını ve emekçi sol hareket içerisinde süren seçimler, ittifak tartışmalarını ETHA'ya değerlendirdi.

ADAYLIĞIMIZ DEM PARTİ PROGRAMININ SAVUNULMASIDIR

2023 genel seçimleri sonrası DEM Parti tabanının talebi partilerinin her yerde kendi adaylarıyla seçime girmesi oldu. İstanbul'da Meral Danış Beştaş'la birlikte aday gösterilmeniz nasıl bir anlam taşıyor?
Bizim adaylığımız; DEM Parti'nin bu coğrafyadaki tüm kadim sorunların çözümüne adres olan bir programın savunulmasıdır. Biz bu programı savunuyoruz. Demokratik, halkçı, özgürlükçü bu programı bütün kadim sorunların çözüm adresi olarak görüyoruz. Eğer bu program kendisine böyle bir iddia biçiyorsa; bunun seçimlerde de bir karşılığı aday çıkartmaktır. Aday meselesi elbette ittifaklara karşıt değildir, fakat yürütülecek ittifak çalışmaları da bu politikayı güçlendiren bir düzeyde olmalıdır. Bir partinin varlık sebebi aday çıkartmaktır. Bir partinin varlık sebebi kendi programını kitlelere ulaştırmaktır. İktidar yapmaktır. Bizim adaylığımızı da çok doğal bir yaşam hakkı, politika yapma hakkı olarak değerlendiriyoruz.

KİTLELERE İKİ PARTİLİ SİYASET DAYATILIYOR
Türkiye'de son yıllarda iki partili bir siyaset kitlelere, ezilenlere dayatılıyor. Ya Cumhur İttifakı ya Millet İttifakı; ya AKP ya CHP. Bu iki partili siyaset dayatmasını dünyadan da biliyoruz. Örneğin ABD'de biliyoruz. En genel anlamda ezilenlere sermayenin farklı renklerdeki alternatifleri dayatılıyor. Bunun yanında; devrimci, sosyalist, demokratik partiler ya yok sayılıyor ya da tümüyle denklemin dışına atılıyor. Türkiye'de de bunun örneklerini çok acı bir biçimde yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz. Şimdi sadece sanki CHP'nin ve AKP'nin programı varmış gibi dayatılıyor. Ya ne olursa olsun AKP'den kurtulmak isteyenler var, ya ne olursa olsun AKP'nin yarattığı çürüme düzenini korumak isteyenler var.

HALKIMIZI AKP VE CHP'YE MAHKUM EDEMEYİZ
Biz bunun dışında başka bir alternatifin olduğunu söylüyoruz. Buna 3. cephe siyaseti; ezilenlerin sermayeye karşı, faşizme karşı cepheleştirilmesi siyaseti diyoruz. Bunu da şöyle temellendiriyoruz: AKP ve egemen siyaset nasıl gerici temelde, antidemokratik biçimde kitleleri saflaştırıyorsa, işçiyi işçiye düşman ediyorsa, Türk'ü Kürt'e, Ermeni'ye düşman etmeye çalışıyorsa, biz bütün bu yoksulların maruz kaldığı baskının pekala devrimci bir yan yana gelişe dönüştürülebileceğini söylüyoruz. DEM Parti çizgisi budur. Bu çizginin evet, sadece seçimlerden ibaret olmadığını zaten söylüyoruz ama şimdi seçim sath-ı mahallindeyiz. Seçimler söz konusu olduğunda da bunun karşılığı, aday çıkartmak, kendi örgütsel ve siyasi paradigmamızı, teorik, politik yaklaşımlarımızı, hedeflerimizi, çözüm önerilerimizi ortaya koymak. Halkımızı, ikisi arasında sadece birisinin iktidar birisinin muhalefet olmasından başka bir farkı olmayan AKP ve CHP'ye mahkum edemeyiz.

ONLAR YOKSULLUĞU YÖNETMEYE ÇALIŞIYOR, BİZ ORTADAN KALDIRMAYA
Tayyip Erdoğan, 20 milyona yakın insana yardım etmekle övünürken İmamoğlu da İstanbul'da benzer yardım kampanyalarıyla kendini pazarlamaya çalışıyor. Bunun karşısında sizin bambaşka, halkçı, demokratik bir çözüm önerisi ortaya koymanız lazım. Bizim bu anlayışlarla yardım yarıştırma şansımız yok. Biz, yardım almaya ihtiyacı kalmayan toplumu yaratmak zorundayız. Bunlar yoksulluğu yönetmeye çalışırken, biz yoksulluğu ortadan kaldırmaya, yoksulların yönetebileceği bir düzeni kurmaya çalışıyoruz. Bunu demenin yolu seçimlerde de bu alternatifi somut ortaya koymaktan geçiyor. Biz kitlelerin önüne bunu koyamadığımızda, çok somut bir mücadele yolu ortaya çıkartamadığımızda, sonrasında ne dersek diyelim kitleleri yine bu egemen bloklara mahkum etmiş oluruz.

DEM PARTİ'NİN OLUŞTURDUĞU ODAK SEÇİMLERİ AŞAN BİR NİTELİKTEDİR
Aynı şey dünyada da geçerli. Dünyada da emperyalist eksenler arasında bir mücadele, savaş var. Bunlar yer yer vekalet savaşları yürütüyorlar, bunun yürütüldüğü esas coğrafya Ortadoğu coğrafyası. Buralarda halkçı, demokratik, özgürlükçü isyanlar yaşanıyor, en son İran'da yaşandı. Ama bu isyanların yaftalanma biçimi nedir? Bunlar ya başka bir kuvvet tarafından destekleniyor deniyor, ya başka bir tarafın oyunu olarak değerlendiriliyor. Yani, "Halklar kendi iradeleriyle, görüş açılarıyla isyan edebilirler" fikri dinamitlenmeye çalışılıyor. Orada da emperyalist eksenlerin belirlediği siyaset esas ve mutlak hale getirilmeye çalışılıyor. İşte ülkede de bu iki siyaset mutlak hale getirilmeye çalışılıyor. Dolayısıyla DEM Parti burada hem nitelik, hem nicelik, hem tarihsel arka plan olarak bir odaktır, tarihsel bir odaktır. Bu odağın rolü sadece seçimler değil, seçimleri çok aşan bir niteliğe sahiptir.

İSTANBUL'DA POLİTİKA YAPMAK TÜM ÜLKE İÇİN BELİRLEYİCİDİR

İstanbul'da ismi pek çok kent ve çevre suçuyla anılan AKP'li Murat Kurum ve emek düşmanı pratiklerle gündeme gelen CHP'li Ekrem İmamoğlu'na karşı yarışıyorsunuz. Kurum ve İmamoğlu'nun ortaya koyduğu vaatler ve anlayışı nasıl değerlendiriyorsunuz?
İstanbul Türkiye'dir. İstanbul'a dönük yürüttüğümüz politika esasen tüm Türkiye ve Kürdistan coğrafyasını kapsıyor, oraya da sirayet ediyor. İstanbul için söylediğiniz her şeyi toplam için de söylemiş oluyorsunuz. Türkiye'de son yıllarda yaşanan ekolojik yıkım, yoksullaşma, bir avuç sermaye grubunun varsıllaşması, sokakta yürütülen devlet terörünün en çarpıcı yaşandığı kent burası. İşçi sınıfı direnişlerinin yaşandığı, kadın özgürlük mücadelesinin en belirgin olduğu kent burası. Dolayısıyla bu kentte politika yapmak elbette belirleyici.

KARŞIMIZDA SERMAYENİN TEMSİLCİLERİ VAR
Bizim karşısımızda esasen sermayenin temsilcileri var, bunu net olarak söylemek lazım. Bakın, iki adayda da İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bütçesinin -devasa bir bütçedir bu- nasıl planlanacağına dair esaslı bir farklılık yoktur. AKP'li yıllarda belediyeciliğin geldiği hal şudur: AKP nitelikli bir dolandırıcılık sistemini mutlaklaştrdı. Bu, hiçbir kural, kaide tanımayan bir dolandırıcılık sistemidir. Eğer siz, böylesine kural ve kaide tanımadan, Anayasaya uygun bu hortumlama işini yaparsanız, bu makbul belediyecilik olarak kavranıyor. Belediyeciliğin geldiği dip noktası burası. Biz buna mahkum olmadığımızı söylüyoruz. Murat Kurum Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yaptı ve onun bakanlık yılları, AKP'nin 20 yıllık pratiğindeki en yıkıcı dönemdir. Tayyip Erdoğan'ın emir eridir. Bütün bu politikaların, ÇED yıkımlarının, maden yıkımlarının -işte en son İliç'te yaşadık- doğrudan sorumlusudur. Ve bu dönem uluslararası ve yerel şirketler neyi istediyse, bunu emir telakki edip, bütün gereklerini yerine getiren birisidir Murat Kurum. Murat Kurum bu anlamda suçludur ve bu suç öyle basit bir suç da değildir. Bu suçun sebebi olan sorunlar kolay kolay telafi edilemeyecek düzeyde ağırdır.

İSTANBUL'DA YOKSULLARIN KADERİ DEĞİŞMEMİŞTİR
Diğer taraftan İmamoğlu da Tayyip Erdoğan'la siyaset yarıştıran bir pozisyondadır. İstanbul'da yoksulların kaderi değişmiş midir? Değişmemiştir. İstanbul'da tarım politikaları değişmiş midir? Değişmemiştir. İstanbul'un deprem gerçeği değişmiş midir? Değişmemiştir. İstanbul'un kentsel dönüşüm gerçeği değişmemiştir. Kentsel dönüşüm adı altında "yaptık, ettik" dedikleri şeyler esasen bir rant alanıdır, başka bir anlamı yoktur, depremle mücadeleyle alakası yoktur. Eğer siz İstanbul Belediyesi'nin bütçesini deprem ve yoksullardan yana tercihle planlayacağım derseniz emin olun hiçbir sorun kalmaz ortalıkta. Ama siz bir taraftan şirketleri besleyeceksiniz, talan her biçimde sürecek, kent suçları her biçimde sürecek, ama öbür taraftan da ne yapacaksınız? Yoksullara yemek dağıtan lokantalar kurdum diye övüneceksiniz. Bunu Tayyip Erdoğan da yapıyor, devlet olanaklarını kullanarak. Kimin parası varsa bunu yapıyor, yapabilir.

BU GİDİŞATIN DEĞİŞMESİ LAZIM
Fakat mesele, bu lokantalara ihtiyaç duymadan, bütçenin tıpkı merkezi bütçede olduğu gibi -hani diyoruz ya, savaşa değil, eğitime, sağlığa bütçe- İstanbul Belediyesi'nin bütçesini de yoksullardan yana tercihe kullanırsanız bu sorun çözülür. Biz, bütün bu birbirinin benzeri yaklaşımların karşısındayız. Bizim adaylığımız sadece bir rekabet değil, gelecek açısından bir çözüm programı ortaya koyuyoruz. Halkımıza da sadece şunu söylemiyoruz: Bize oy verin, biz kazanalım, biz daha demokratız, biz yönetelim demiyoruz. Halklarımıza şunu söylüyoruz: Bu gidişatın değişmesi lazım. İstanbul Belediyesi'nden değişmesi lazım. Türkiye'nin genel seçimlerinden değişmesi lazım. Sokaktan değişmesi lazım. Yan yana gelerek, irade oluşturarak değişmesi lazım. Güncel olarak evet, bir yarış içerisindeyiz ama bizim toplamda söylediğimiz şey bunu aşan bir içerik barındırıyor.

KENTSEL DÖNÜŞÜM RİSKE GÖRE DEĞİL RANTA GÖRE GERÇEKLEŞTİRİLDİ

Peki, siz nasıl bir belediyecilik anlayışı ortaya koyuyorsunuz, bizim için somutlayabilir misiniz?
İstanbul'un en temel sorunlarından birisi kentsel dönüşüm. Bugüne kadar gerçekleştirilen kentsel dönüşüm pratiklerine baktığımızda, bu dönüşümlerin büyük çoğunluğu risk derecesi yüksek olan yerlerde değil, rant düzeyi yüksek olan yerlerde gerçekleşti. Bizim demokratik, halkçı belediyecilik anlayışımız şunu gerektiriyor: Biz bu kentsel dönüşümü yerinde yapacağız. Halkımızı onlarca yıl borçlandırarak değil, insanların cüzi rakamlarla, hayatlarını felç etmeyecek düzeyde ödemelerle yerinde dönüşümü yaşamasını istiyoruz. Eğer başka bir yerde, daha güvenli bir alanda yeni evler inşa etmek gerekecekse, ki gerekecek, orada da yine halkımızı bir müşteri olarak gören değil, halkımızın hakkı olan ihtiyacı karşılama bilinciyle bunu yapacağız. Kentsel dönüşüm ve deprem meselesi bizim açımızdan halkçı belediyeciliğin en temel alanlarından bir tanesi.

TÜM DİLLERİN ÖZGÜRCE KONUŞULABİLDİĞİ BİR BELEDİYECİLİK
İstanbul dediğimiz kent, bir Kürt kenti, Alevi kenti, işçi kenti, kadın kenti. Bakın bu kentte örneğin Kürtçe yok. Dün dünya anadili günüydü ama bu kent bir Kürt kenti olmasına rağmen hiçbir kamusal hizmette Kürtçe yok. Ne bindiğimiz metroda var, ne gittiğimiz herhangi bir kamu kuruluşunda var, hiçbir yerde böyle bir hizmet sunulmuyor. Ama sorsanız, hiçbiri Kürtçeden rahatsız değil. Geçen gün Murat Kurum, gerçekten irite edici bir senaryo ortaya koydu. Karşılaştığı bir Kürt insanımızla Kürtçe konuşarak sözüm ona Kürtlere mesaj vermeye çalıştı. Hem Kürtlerin buna karnı tok, hem de aynı gün Meclis'te konuşan DEM Partili arkadaşlarımızın konuşmaları kesildi. İktidarın ikiyüzlülüğü böyle bir şey. Diğer taraftan mevcut İBB Başkanlığına bakarsanız orada da aynı şey geçerli. Bizim belediyeciliğimizde bütün dillerin özgürce konuşulabildiği ve bunun aynı zamanda kamusal hizmet olarak sunulduğu bir anlayışı ortaya koyacağız.

HEM YERELDEN, HEM GENELDEN BİR BAKIŞ AÇISIYLA HAREKET EDECEĞİZ
İstanbul'un sorunları elbette İstanbul'dan ibaret değil. Siz demokratik anlamda merkezi iktidara müdahale etmezseniz İstanbul'da atacağınız adımlar da sınırlı kalacaktır. Örneğin Karadeniz'den, İç Anadolu'dan İstanbul'a göçü durdurabilirseniz; ki bunu durdurmanın yolu nedir? Karadeniz'i tarumar etmezseniz, Karadeniz'i HES projeleriyle mahvetmezseniz, orayı vahşi turizme açmazsanız, oradaki tarımı, üretimi desteklerseniz insanlar yaşadıkları yerde doyabilirler ve gelmezler. Siz buna müdahale etmediğiniz koşullarda İstanbul'un sorunlarına da müdahale edemez olursunuz. Bizim demokratik belediyecilik anlayışımız bunu da kapsıyor: hem yerelden, hem genelden meselelere bakış açımızı ortaya koymaya çalışacağız.

YEREL YÖNETİM DEMOKRASİ TALEPLERİNİN SÖZCÜSÜ OLMAK ZORUNDADIR
İstanbul Belediyesi nüfustan hareketle de büyük bir sorumluluğa sahip. Bu sorumluluk sadece belediyecilikle sınırlı bırakılamaz. Yerel yönetim buradaki tüm demokrasi taleplerinin de sözcüsü olmak zorundadır. Türkiye'de belediyecilik teknik bir prosedüre indirilmeye çalışılmıştır. Biz halklarımızın burada hem iktisadi, hem özgürlük talepleri, hem can güvenliği ve deprem riskine karşı güvenli, mutlu ve umutlu yaşayabileceği bir kenti yaratmayı hedefliyoruz.

KENDİMİZİ DEMOKRATİK KİTLE, MESLEK ÖRGÜTLERİNDEN AYRI ELE ALMIYORUZ
Demokratik belediyeciliğimizin ana eksenlerinden bir tanesi de şudur: Bu kentte çok güçlü bir demokratik kitle örgütü, bilim insanları gücü vardır. Biz kendimizi onlardan ayrı ele almıyoruz. Biz gerçekten bu kentte demokratik, ekolojik anlamda çok önemli katkılar yapabilecek demokratik kitle örgütlerimizle, meslek örgütlerimizle, bilim insanlarımızla birlikte bu kenti yöneteceğiz. Bizim iktidarımız onlardan bağımsız değil, onların da iktidarıdır. Ama mevcut iktidar tam tersini yapıyor. Bırakın onlara danışmayı, onları tümden tasfiye etmeye çalışıyor. Biz bunun karşısında, bugünden başlamak üzere onlarla beraber yürüteceğimizi, yöneteceğimizi söylüyoruz.

MERKEZİ İKTİDAR VE YEREL MÜCADELEYİ BİRLEŞTİRMEK ZORUNDAYIZ

2023 genel seçimlerinden bu yana, Türkiye'de emekçi sol hareketin işçi katliamları, ekokırım, emek sömürüsü, kadın cinayetleri, emperyalist savaş ve çatışmalar, deprem katliamı gibi pek çok gündem önündeyken seçimlere odaklandığına, seçimler eksenli hareket ettiğine dair pek çok tartışma yapıldı, yapılmaya devam ediliyor. Siz bir sosyalist olarak bu tartışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye'de emekçi solun bu dönem yaşadığı en ağır travma şudur: Merkezi iktidar siyasetiyle, yerel yönetim karşı karşıya getirilemeyecek olgulardır. Birisi birini besler. Biz bir taraftan merkezi siyaset yaparken, aynı zamanda bunun yerellerde de ekonomik, demokratik mücadelesini inşa ederiz. Her yereldeki halkımızın en basit, demokratik, ekmek ve özgürlük mücadelesiyle merkezi iktidar mücadelesini birleştirmekle yükümlüyüz. Fakat günümüzde iktidar bilinci ve iradesi zayıflayanlar bir can simidi gibi yerel mücadeleyi mutlaklaştırıyorlar.

Yerel mücadele, evet çok önemli fakat iktidar mücadelesinden bunu koparttığınızda, yerel mücadeleyi her şey haline getirdiğinizde, aslında varlık nedenlerinizi ortadan kaldırmış oluyorsunuz. Biz buna itiraz ediyoruz. Yerel iktidar mücadelesi kritik öneme sahip, örneğin bir belediyenin, bir muhtarlığın demokratik, halkçı, sosyalist bir anlayışla yönetilmesi, örnekler yaratılması hayati öneme sahip fakat bunu kopukluk yaratmadan merkezi iktidar mücadelesiyle birleştiremediğimizde kazanma şansımız yok.

Bugün maalesef emekçi sol hareketin kahir ekseriyeti bu anlayışa saplanmış durumda. İktidar mücadelesi, iradesi kırılmış, ama bir bakıyorsunuz ki gerçekten bazen bizi üzen, bazen gülümseten, bazen şaşkınlığa savuran pratikler ortaya çıkıyor. Biz gücümüz yettiği oranda devrimci sosyalistler olarak bunun karşısında durmaya çalışıyoruz. Dostlarımıza anlatmaya, uyarmaya çalışıyoruz.

DEM PARTİ'NİN ALDIĞI BİR OY FAŞİZME KARŞI ALINMIŞ BİR OYDUR
DEM Parti'nin kazanmasının ve kaybetmesinin faşizme karşı mücadelede ne anlam ifade ettiğini de anlatmaya çalışıyoruz. Emekçi sol hareketin büyük bir kesiminde DEM Parti'yi bir oy toplamı olarak değerlendiren, daha doğrusu değerlendirmek isteyen bir anlayış var. Böyle olunca DEM Parti'nin kazanıp kaybetmesinin önemi değersizleşiyor. Oysa DEM Parti'nin aldığı bir oy, faşizmin tekçi yapısına, halklara karşı geliştirdiği savaş ve işgal politikalarına karşı alınmış bir oydur. Kaybettiği bir oy da faşizmin kazanımıdır. Biz bu kazanım ve kaybetmenin emekçi sol hareket açısından, sosyalizm mücadelesi açısından değerini kavrayamadığımızda en büyük hatayı yapmış oluyoruz. Biz DEM Parti bileşeni sosyalistler olarak bu ayırt edici durumu anlatmaya, tartışmaya çalışıyoruz.

DEM PARTİ EN İLERİ HALK İTTİFAKI NİTELİĞİDİR
İttifak meselesi de bu anlamda yanlış ele alınıyor maalesef. DEM Parti burada sıradan bir ittifak kuvveti olarak değerlendiriliyor. Oysa DEM Parti bu coğrafyada kazanılmış en ileri halk ittifakı niteliğidir. Bu niteliğimiz zayıflamış, çeşitliliğimiz azalmış olabilir fakat politik muhtevası yerli yerinde duruyor. Bugün hiç olmadığı kadar DEM Parti programına ihtiyaç var. DEM Parti programı güç kazandığı koşullarda devrim ve sosyalizm mücadelesi de kazanır. Çünkü DEM Parti'nin kazanması demek, faşizmin zayıflaması, yıkılması, işçi sınıfını zehirleyen şovenizm ve milliyetçiliğin yok olması demektir. Bu, işçi sınıfının kendini sömürenlere, patronlara karşı ayaklanmasını engelleyen zincirlerin kırılması demektir.

MÜCADELEYE VE KAZANMAYA ODAKLANALIM
Biz İstanbul'da kazanmak istiyoruz. Bunun mutlaka güçlü yan yana gelişlerle olabileceğini biliyoruz. DEM Parti'nin kazanması demek, demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinin kazanması demektir. Bu konuda yürütülen, motivasyonumuzu bozan, odaklanmamızı engelleyen tüm tartışmaları bir tarafa atma; mücadeleye ve kazanmaya odaklanma çağrısı yapıyorum tüm halkımıza ve dostlarımıza.