27 Aralık 2025 Cumartesi

Arif Çelebi yazdı | 'Süreç'in Rojava aynası: Tasfiye, tuzak ve direniş

Kürtlerin her nerede olursa olsun bir statü kazanmasına tahammül edilmiyor. Sömürgeci Türk devletinin Kürt düşmanı politikasında milim sapma yoktur. Rojava ayakta kaldığı müddetçe bu "süreç" tuzağı bu biçimde sürdürülemez; Rojava; Kürt düşmanı sömürgeci Türk devlet gerçeğini gözler önüne seren, "süreç"in bir tuzak olduğunu gösteren bir aynadır. Rojava, Kürt halkının kendi kaderini tayin etme iradesinin aynasıdır.

Türk devleti ile Kürt ulusal demokratik hareketi lideri Öcalan arasında bir yılı aşkındır devam eden bir "süreç" yürütülüyor. Türk devleti bu süreci "terörsüz Türkiye" ve "terörsüz bölge" olarak tanımlarken; Öcalan ve PKK süreci, "barış ve demokratik topluma geçiş" olarak kavramlaştırıyor. Bu durum, tarafların bu sürece yüklediği anlamların taban tabana zıt olduğunu gösteriyor. Sömürgeci Türk burjuva devleti çözüm yerine teslimiyet ve tasfiyeyi dayatıyor. Dört parçadaki tüm PKK kadrolarının silah bırakmasını ve dünyanın her neresinde olursa olsun örgütün siyasi-örgütsel yapısını tamamen tasfiye etmesini şart koşuyor. Ancak bu teslimiyet ve tasfiye sağlandıktan sonra "kimi hukuki adımların" atılabileceğini ve ondan sonra da kimi demokratik düzenlemelerin yapılabileceğini iddia ediyor. Dahası, sömürgeci devlet Kürt sorununun gerçekte var olmadığını savunarak inkar politikasını sürdürüyor. Bugüne kadar atılan adımlarla kimi eksikliklerin önemli ölçüde giderildiğini, kalan eksikliklerin de zamanla ortadan kaldırılabileceğini belirtiyor. Bir başka deyişle sorunu görmezden geliyor ve görünmez kılmaya çalışıyor.

SÖMÜRGECİ BİR TUZAK VE REHİN ALMA POLİTİKASI
Bu tablo, açık bir sömürgeci devlet tuzağıdır. Faşist Türk burjuva devleti, demokratik adımlar atmak bir yana; hukuki düzenlemeler için bile sadece Bakur'dakilerin değil, Rojava'daki QSD'lilerin ve Rojhilat'taki PJAK'lıların da silah bırakmasını dayatıyor.

AKP ve MHP'nin hazırladığı raporlar, aslında "pişmanlık yasası"nın maskelenmiş bir versiyonudur. "Silah bırakanları Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamında yargılayalım, sembolik ceza indirimleri yapalım, ama beş yıl gözetim altında tutalım" yaklaşımı, bir çözüm değil açık bir rehin alma tutumudur. Ortada "demokratikleşme" yönünde herhangi vaat yoktur; anadilde eğitimden Kürtlerin anayasal tanımına, ırkçı yasaların feshinden siyasi tutsakların serbest bırakılmasına kadar hiçbir temel talep raporlarda yer almıyor.

Böyle bir ortamda demokratik adımların atılacağı ve demokratik mücadele ve örgütlenme için koşulların oluşacağını beklemek yanılgıdır. Muhatabın ciddiyeti, halklarımıza verdiği güvenle ve Türk halkına yıllardır zerk edilen şovenizm zehrini temizleme iradesiyle ölçülür. Oysa bugün tam tersi yaşanıyor: Hasta tutsaklar dahi bırakılmazken, Leyla Zana örneğinde olduğu gibi ırkçı saldırılar bizzat iktidarın sessizliğiyle teşvik ediliyor. Sözde bile olsa demokratik hak ve özgürlüklerin genişletileceğine, düzen içi reformlarla Kürt sorununun çözüm yoluna sokulacağına dönük bir vaat bile verilmiyor; dillerden dökülen tek şey "teslimiyet, tasfiye ve entegrasyon"dur.

ROJAVA: SÜRECİN TURNUSOL KAĞIDI
"Bin yıllık kardeşlik" söyleminin Rojava'daki gerçekliği nedir? Türk devleti neden "kardeşleri" ile barışmak, Rojava'daki halkların iradesini tanımak yerine onları cihatçı gruplara teslim olmaya zorluyor?

Rojava bu "süreç"in turnusol kağıdıdır. Türk devleti, Kürtlerin ulusal demokratik bilincini bütünüyle yok etmeyi hedeflemektedir.

Kürtlerin her nerede olursa olsun bir statü kazanmasına tahammül edilmiyor. Sömürgeci Türk devletinin Kürt düşmanı politikasında milim sapma yoktur. Rojava ayakta kaldığı müddetçe "süreç" tuzağı bu biçimde sürdürülemez; Rojava; Kürt düşmanı sömürgeci Türk devlet gerçeğini gözler önüne seren, "süreç"in bir tuzak olduğunu gösteren bir aynadır. Rojava, Kürt halkının kendi kaderini tayin etme iradesinin aynasıdır. Bu aynanın kırılmak istenmesinin temel nedeni budur.

10 MART ANLAŞMASI 
10 Mart 2025'de Mazlum Abdi ile Golani arasında imzalanan 8 maddelik anlaşmanın ilk iki maddesi, tüm Suriyelilerin demokratik temsilini ve Kürtlerin anayasal haklarını güvence altına alıyordu. Anlaşmanın 3. maddesi "tüm topraklarda ateşkes"in sağlanacağını belirtiyordu. Ancak bugün gelinen noktada, HTŞ bu maddeleri uygulamak bir yana birer birer çiğnediği görülmektedir. Alevilere ve Dürzilere yönelik soykırımcı saldırılar, Halep'teki Kürt mahallelerine yönelik provokasyonlar bunun kanıtıdır.

Anlaşmanın "yerinden edilenlerin dönüşü" maddesine rağmen Efrîn, Serêkanîyê ve Girê Spî işgal altında tutulmakta, yerlerinden edilenlerin geri dönüşü için hiçbir adım atılmamaktadır. Keza anlaşmada yer alan  "ayrımcılık ve nefret söylemi yasağına" karşın, HTŞ çeteleri etnik ve dini gruplar arasında fitne çıkarmak için her türlü provokasyona başvurmaya devam etmektedir. 26 Aralıkta Humus'taki bir Alevi mahallesindeki camiye yapılan saldırı bunun son örneğidir.

HTŞ bu maddelere uygun hiçbir adım atmıyor, anlaşmaya bağlı kalmıyor. Kürtlerin anayasal haklarını garanti altına alan, dini ve etnik kökenlerine bakılmaksızın bütün Suriyelilerin siyasi süreçte yer almasını sağlayacak hiçbir girişimde bulunmuyor. Bunun yerine cihadist, tekçi, antidemokratik bir rejim inşa ediyor.

Şu an tek dayatılan, anlaşmanın 4. maddesidir: Özerk yapıdaki kurumların merkezi yönetime entegrasyonu. HTŞ ve Türk devleti diğer maddelerin uygulanması için hiçbir girişimde bulunmazken bu maddenin uygulanmasını her şey haline getiriyor. Oysa anlaşmaya uygun ne bir Suriye devleti ne de bir Suriye ordusu var. Diğer maddeler uygulanmadan bu maddenin hayata geçirilmesi özerk bölge halkları için intihardan başka bir anlama gelmez. İstedikleri de bu. Sömürgeci akıl, 10 Mart anlaşmasından bahsederken sadece bu "entegrasyon" maddesini görüyor ve entegrasyonu kayıtsız şartsız teslimiyete dönüştürmeye çalışıyor.

HALEP'TEKİ KÜRT MAHALLELERİ: GÜNÜMÜZ KOBANÊ'Sİ
Halep'teki Şêxmeqsûd ve Eşrefiyê mahallelerinin hedef alınması tesadüf değildir. Bu bölgeler, savunmanın en zayıf halkası olarak görülüyor. HTŞ ve Türk devleti, bu mahallelere girerek hem özsavunma güçlerini dağıtmayı hem de psikolojik üstünlük kurmayı amaçlıyor.

Dahası, bu mahallelerde çıkacak bir çatışma üzerinden QSD'yi savaşa çekmek ve meseleyi bir "Arap-Kürt savaşı" gibi lanse etmek istiyorlar. Böylece Türk devletinin işgalci olarak değil, "çatışmayı durdurmaya gelen bir güç" gibi müdahale etmesinin zemini hazırlanacaktır. Halkın topyekun direnişi sayesinde bugün bu plan boşa çıkarılmıştır, ancak bu iki mahalle, tüm Rojava'nın savunması için günümüzün Kobanê'si niteliğindedir. Sömürgeci Türk devleti ve HTŞ bu iki mahalle üzerindeki emellerinden vazgeçmeyeceklerdir. Fırsat bulduklarında yeni provokasyonlara girişeceklerdir.

ABD VE FAŞİST BLOK: STRATEJİK AYRILIK, ORTAK HEDEF
Türk devleti neden daha önce yaptığı gibi doğrudan saldırmak yerine provokasyonlara başvuruyor? Çünkü Suriye'de artık ABD, İsrail ve Suudi Arabistan gibi aktörleri yok sayarak istediğini yapamıyor. ABD ile bazı görüş ayrılıkları olsa da özünde her iki güç de Özerk Yönetimin mevcut kazanımlarıyla korunmasını istemiyor.

ABD, QSD'yi siyasi kimliğinden arındırıp salt bir "askeri güç" olarak merkeze bağlamak ve böylece "siyasetsizleştirilmiş" bir yapı kurmak istiyor. Türk devleti ise QSD'nin tamamen feshedilmesini ve bireylerin HTŞ saflarına katılarak erimesini dayatıyor.
HTŞ'nin "atamaların kendi onayına tabi olması" ve HTŞ güçlerinin Özerk Yönetim bölgesine girmesi koşuluyla QSD'nin üç tümen olarak yeniden düzenlenmesini kabul eden son önerisi, bu tasfiyenin örtük bir biçimidir.

QSD atamalarının HTŞ onayından geçmesi ve HTŞ güçlerinin QSD bölgelerine serbestçe girmesi QSD'nin özerk yapısını, Rojava ile siyasi bağını koparmak anlamına gelir. Böyle bir öneriyi QSD'nin kabul etmeyeceği açık. Bu teslimiyetçi önerilerin asıl amacı, reddedileceğini bilerek askeri saldırı için "QSD anlaşmaya yanaşmıyor" bahanesini üretmektir. Böylece HTŞ'nin bir anlaşmadan yana olduğu buna karşın QSD'nin anlaşmamak için bahaneler uydurduğunu öne sürerek, QSD'nin toptan tasfiyesinin, bir askeri saldırı koşullarının oluşmasını murat ediyorlar.

DİRENİŞ
Halep'teki Kürt mahalleleri, Şêxmeqsûd ve Eşrefiyê Rojava devriminin ayrılmaz bir parçasıdır. Sömürgeci Türk devlet çetelerine ve HTŞ'ye karşı geliştirilen halk direnişi, dört parça Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu halkları için bir ilham kaynağıdır. Rojava'daki sömürgeci Türk devletinin, HTŞ çetelerinin ve ABD emperyalizminin planları, ancak bu tür direnişlerle boşa çıkarılabilir.

ABD emperyalizmi ve sömürgeci Türk devleti Rojava devrimini tasfiye etmek ve QSD'nin devrim ordusu niteliğini yok etmek için büyük bir baskı uyguluyor, bunun bir an önce gerçekleşmesi için acele ediyorlar.

Özerk Yönetimin kazanımlarını, kadın devrimini ve demokratik yapıyı korumak sadece Türk devlet sömürgeciliğine değil emperyalizmin tüm tasfiye planlarına karşı da bir direniştir.